HİNT VEDALARI
Vedalar, Aryan din
edebiyatının tamamını içine alan bir terimdir. Hinduizm dinine inananlar için kutsaldırlar ve yine bu
dine inananlar için açığa çıkmış bilgidirler. Veda
kelimesi bilgi manasına gelir ve farkında olmak manasına
gelen wit sözcüğüyle aynı kökene sahiptir.
Birçok Hindu,
Vedaların yaratılışın başından beri var olduğuna inanır. Vedaların en yeni
bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 senesi civarında ortaya çıkmışken, en eski
metin yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına aittir. Fakat birçok Hint
Bilimciye göre metinler yazılmadan önce uzunca bir süre devam eden bir
sözel gelenek mevcuttu.
Vedalar 4 ana bölüme
ayrılır:
1. Samhitalar
2.
Brahmanalar
Veda
dönemine ilişkin ikinci büyük eser sınıfı Brahmanalardır, Max Müller der ki:
“Brahmanalar.Hint Edebiyatı öğrencileri için ilginç olabilir, ama genel okuyucu
için az bir önemi vardır. Büyük bir bölümü uzun, yorucu ve biraz da basit
teolojik konuları içerir. Hint düşüncesinde aldığı yer hakkında önceden bir
bilgisi olmayan bir kişinin, Brahmanalardan sıkılmadan on sayfa okuması mümkün
değildir.”
Brahmana sözcüğü, “Bilgili Din Adamının Açıklamaları’” anlamında kullanılmıştır. Bu açıklamalar, özellikle kurban törenlerine ilişkindir. O nedenle Brahmanaları “Kurban Bilimi” ne ilişkin metinler olarak nitelendirebiliriz.
Brahmana sözcüğü, “Bilgili Din Adamının Açıklamaları’” anlamında kullanılmıştır. Bu açıklamalar, özellikle kurban törenlerine ilişkindir. O nedenle Brahmanaları “Kurban Bilimi” ne ilişkin metinler olarak nitelendirebiliriz.
Siyah Yacurveda’da, mantraların (duaların) yanısıra, kurbanın anlamı ve amacı üzerine düşüncelerde ve tartışmalarda, Brahmana edebiyatının başlangıçlarını görürüz. Daha sonra birçok Vedik okul kendi görüşüne göre yorumlar getirmeye başladı. Her okulun bir Brahmanası oluştu. Böylece çok sayıda Brahmana ortaya çıktı, bazen de bazı eserler Brahmana gibi gösterildi. Bu tip olanlar içinde Samaveda’ya ait bir sürü Brahmana vardır ki bunlara Vedangalar denir. Atharvaveda’ya ait Gopatha Brahmana da böyledir. Bu eser, Veda edebiyatının en eskilerindendir. En eski ve önemli Brahmanalar aşağıda sayılmıştır:
Rgveda’ya ait olan Aiteraya Brahmana. Dört Adhyayası (Ders) vardır, bunlar da sekiz Pançaka’ya (Beşli) ayrılır. Geleneğe göre eserin yazarı Mahidasa Aitareya’dır. Olasılıkla bu kişi sadace bir derleyicidir. Bu Brahmana temel olarak Soma kurbanına ilişkindir. Ayrıca Ateş kurbanı (Agnihotra) ve kralın taç giyme bayramı (Racasuya) bahsedilen konular arasındadır. Son on bölümün daha sonraki tarihlerde eklendiği tahmin edilir.
Bu Brahmana ile en yakın akrabalık taşıyan Brahmana, yine Rgveda’ya ait olan ve 30 Adhyaya’sı bulunan Kaushitaki (Samkhayana) Brahmana’dır. İlk 6 Adhyaya, yiyecek kurbanı, 7-50 arası ise Soma kurbanına ayrılmıştır. Bu Brahmana, Aitareya’dan daha sonradır.
Samaveda’ya ait olan Tandya Maha Brahmana’ya, 25 bölümü olduğu için “Pançavimşa” da derler. Bu, en eski Brahmanalardan biridir ve içinde birçok önemli efsane vardır, 26. bölüm bir ekleme olup, buna Adbhuta Brahmana derler ki bu, mucize ve kehanetlerden bahseden bir Vedanga metnidir. Samaveda’ya ait olan Tandya Maha Brahmana’dan daha eski olan bir başka eser, Caiminiya Brahmana’dır. Bu esere ait el yazmaları çok parça parça olduğu için eser tam olarak basılamamıştır. Sadece belirli kısımları bilinir.
Siyah Yacurveda’ya ait olan Taittiriya Brahmana, Taittiriya Samhita’nın devamından başka birşey değildir. Bunlar Samhita’ya sonradan eklenen parçalardır. Burada sembolik insan kurbanı töreni (Purushamedha) nin bir betimlemesi vardır.
Beyaz Yacurveda’ya ait olan Şatapatha Brahmana (Yüz Yol Brahmanası), yüz Adhyayadan oluşur. Bütün Brahmanalar içinde en çok tanınanı, en hacimlisi ve içerik yönünden en dolu olanı budur. İki büyük nüshası vardır: Kanvalarınki ve Madhyandinalarınki. Bu ikincide yüz Adhyaya 14 bölüme (kanda) dağılmış durumdadır. İlk 9 bölüm Vacasaneyi Samhita’nın ilk 18 bölümünün bir tür yorumudur. Bunlar kesinlikle son 5 bölümden daha eskidir. Eserin yazarı olarak, bir yerde Yacnavalkya, bir başka yerde ise Şandilya gözükür. Ateş sunağı yapımı, bir çömezin kutsal metinleri ezberlemek üzere hoca yanına verilmesi, günlük Veda çalışmaları, ölüm törenleri, at kurbanı (Aşvamedha), insan kurbanı (Purushamedha), herşeyin kurbanı (Sarvamedha) bu eserin konuları arasındadır. Brhadaranyaka Upanishad bu hacimli esere çok yakın olan başka bir eserdir ki bunu “Upanishadlar” konusunda göreceğiz.
Tıpkı Vedalarda olduğu gibi Brahmanalarda da ait olduğu Veda’ya göre ilgili dinadamları ayrı ayrıdır. Buna göre Rgveda’ya ait olanları Hotar, Samaveda’ya ait olanları Udgatar, Yacurveda’ya ait olanları ise Adhvaryu rahibi sorumluluğu altına alır. Atharva ve Yacurvedaların son dönem kısımları, Brahmanaların yazılmaya başlandığı zamanla çağdaştır. Bu kitapları Rgveda ile kıyasladığımızda, kültürel ve coğrafyasal durumlardan bunu anlayabiliyoruz. Yacurveda ve Brahmanaların yazıldığı bölge Kuru ve Pançala kavimlerinin çarpıştığı Kurukshetra’dır. Bu düzlük “kutsal” diye nitelendirilir; çünkü tanrılara ait bayramlar burada kutlanırda. Burası Ganj ve Camuna’nın batısındaki düzlükte, Sarasvati ve Drshadvati nehirleri arasındadır. Delhi ve Mathura’ya yakın olan bu bölge, daha sonra “Brahman Ülkesi” (Brahmavarta) diye adlandırılmıştır. Yacurveda ve Brahmanalar yazıldıktan sonra, Brahman kültürünün Hindistan’ın her yerine dağıldığı merkez burasıdır.
Rgveda’dan tanıdığımız ve eski olarak nitelediğimiz tanrılar, aynen Yacurveda, Atharvaveda ve Brahmanalarda da görülür. Ancak buralarda renkleri hayli soluktur ve bütün güçlerini, kendilerine sunulan kurbanlara borçludurlar, öte yandan Rgveda’da ikinci planda gözüken
bazı tanrılar, bu ayin edebiyatında birinci plana fırlamıştır. Buna en iyi örnek Vishnu ve Rudra (Şiva) dır. En büyük önem ise, tanrıların (devalar) ve şeytanların (asuralar) babası olarak görülen, “Yaratıkların Efendisi” Pracapati’ye verilir. Rgveda’da tanrılarla şeytanlar birçok kez savaşırlar ve tanrılar sadece kendilerine güvenirler. Brahmanalarda ise, tanrıların başarılı olması için bile kurban sunmaları gerekir. Brahmanalarda hiçbir şeye kurbandan ve brahmanlardan fazla önem verilmez. Kurban Doğanın yaratıcı gücüdür. Bu nedenle Pracapati ile eş tutulur. “Pracapati kurbandır” cümlesi Brahmanalarda sık sık tekrarlanır, “Bütün canlıların, bütün tanrıların ruhu kurbandır.” “Kendisini kurbana adayan kimse Herşeye adamış olur; çünkü herşey, sadece kurbanı izleyerek gelir. Kendini adayarak kurban hazırlıkları yapan kimse, kendi dışındaki Herşeyi yaratır.” (Şatapatha Brahmana XIV,3,2,l / III,6,3,1). Sadece kurban sırasında kullanılan aletler, kaplar, dualar, formüller, şarkılar değil aynı zamanda sihir güçleri ve bir anlamı olan herşey önemli idi. Kurbanı yürütenler, en ince ayrıntısına kadar bu konuyu konuşur, tartışırlardı.
“Kurban” işini bilen tek sınıf olan dinadamları, toplumda ayrıcalıklı bir yer alıyorlardı. Atharvaveda’nın bazı kısımlarında ve Brahmanaların tamamında kast sisteminin iyice oturduğunu görüyoruz.. Hatta o kadar ki, brahmanların “tanrı” oldukları söyleniyordu (Taittiriya Samhita I,7,3,1). “İki tür tanrı vardır; biri tanrı tanrılar, diğeri okumuş ve bilgili insan tanrılar olan brahmanlar. Kurban, bunlar arasında paylaştırılır; kurban sunakları tanrılara, hediyeler ise (dakshina) insan tanrılara verilir; kişi kurban sunaklarıyla tanrıları, hediyelerle insan tanrıları sevindirir. Bu iki tür tanrı doyurulduğu zaman, kişiyi kutlu cennete gönderirler” (Şatapatha Brah. II,2,2,6 / IV, 3,4,4).
Brahman’ın dört görevi vardır: Soyun devamı, uygun davranış,ün kazanma, halkı olgunlaştırma. Olgunlaşmış halkın da (!) brahmanlara karşı dört ödevi vardır: Onları onurlandırmak, hediyeler vermek, canlarını sıkıcı işler yapmamak ve onları öldürmemek. Kral, hiçbir biçimde Brahman’ın malına mülküne el süremez; hiçbir zaman ona karşı çıkamaz; eğer tersini yaparsa başına mutlaka bir kötülük gelir. Kral tacını giyerken brahman şöyle der: “Ey halk, bu adam sizin kralınızdır; bizim kralımız ise Soma’dır.” Bu şekilde krala halkını yeme ve ezme hakkını verirken, kendi sınıfını korumuş olur. Gerçek katil, bir brahmanı öldüren kişidir. Bir brahmanla bir brahman olmayan arasında çıkan tartışmada haklı olan her zaman brahmandır; ona hiçbir zaman karşı gelinmez (Şat.Brah. XIII,3,5,3; Taittiriya Sam. II,5,11,9). Birçok şey tabulaştırılmıştır. Örneğin, ölmüş bir kişiye ait toprak veya taştan yapılmış kaplar brahmana verilmelidir; hasta ya.da inatçı, inekler ve kurban töreninden arta kalan şeyler brahmana verilmelidir; bunlara başkasının dokunması yasaktır.
Hintliler, Brahmanaların içeriğini iki ana kategoriye ayırırlar: Vidhi ve Arthavada, Vidhi “kural, yönerge”, Arthavada ise “anlamını açıklama, yorum” demektir.
Brahmanalarda, ayinle ilgili çeşitli hocaların tartışmaları, sözcüklerin etimolojileri vs, de yer alır. Pracapati ile birlikte Vishnu da birçok kez “kurban” la özdeşleştirilir. Pracapati ayrıca “yıl” ile özdeşleştirilir; Agni ise “yıl” ile birlikte “ateş sunak yeri” ile de bir tutulur; zira bir altarın hazırlanması bir yıl sürer. Kadınların zayıflığını belirten kısımlar vardır. Ayrıca kurban sunağı
“batı kısmı geniş, ortası -büzük, doğu. kısmı yine geniş” (Şat.Brah. I,2,5,16) denilerek, altar bir kadına benzetilir. Az da olsa, ahlakla ilgili kısımlar vardır, örnek (Şat.Brah. II,5,2,20):
“Adhvaryu’nun yardımcısı döner ve tam karısını götürmek üzere olan kurban yaptırıcısının karısına ‘kiminle cinsel ilişkide bulundun?’ diye sorar. Eğer bir kadın ait olduğu kişiden başkasıyla birleşirse, şüphesiz o Varuna’ya karşı bir suç işlemiş olur. Eğer yapmışsa ve itiraf etmezse o zaman akrabalarının yanına aşağılayıcı şekilde döner. Bunun için öyle sorar.”
Rgveda’dan anımsayacağımız Pururavas ile Urvaşi efsanesi, Şatapatha Brahmana’da (XI,5,1) tekrar anlatılır ve çöl ortasında bir vaha gibi karşımıza çıkar.
Şatapatha Brahmana’da (I,8,l), olasılıkla Semitik bir kökenden gelen bir tufan efsanesi anlatılır:
“Sabahleyin Manu’ya yıkanması için su getirdiler, zira her zaman suyla ellerini yıkardı. Tam yıkanıyorken bir balık .eline geldi.
Balık dile geldi ve ‘büyüt beni, seni kurtaracağım’ dedi. ‘Beni neden kurtaracaksın?’ ‘Bir tufan geliyor, bütün canlıları sürükleyip götürecek, seni ondan kurtaracağım;’ ‘Seni nasıl büyütürüm?’
Balık söyledi: ‘Küçük olduğumuz için derdimiz büyük; zira büyük balık küçük balığı yutar. Beni önce bir kavanozda tut. Biraz büyüdüğüm zaman bir çukur kaz ;ve beni oraya koy. Biraz daha büyüdüğümde ise beni denize bırak, o zaman ölüm tehlikesini atlatmış olurum.’
Bir süre sonra bir chasha (büyük balık haline geldi ve diğer balıklara kıyasla çok büyüdü. Derken balık dedi ki: ‘İşte şu gün şu tarihte tufan gelecek. Bir gemi hazırla; tufan koptuğu zaman gemiye bin, seni ben kurtaracağım.’
Manu, bu şekilde balığı büyüttü ve sonra denize bıraktı. Aynı yıl balığın kendisine tavsiye ettiği ve anlattığı gibi, bir gemi hazırladı; tufan koptuğunda da içine bindi. Balık yüzerek geldi, geminin ipini boynuzuna bağladı ve gemiyi çekerek süratle kuzey dağına doğru götürdü.
Sonra balık dedi ki: ‘Seni kurtardım. Gemiyi bir ağaca bağla; ta ki sen dağdayken sular senin yolunu kesmesin. Sular çekilip indikçe, sen de yavaş yavaş aşağı doğru inersin!’ Manu da öyle yaptı ve işte o zamandan beri kuzey dağına (üzerindeki eğime) ‘Manu’nun İnişi’ derler. Sular bütün canlıları süpürüp yok etmiş, sadece Manu sağ kalmıştı.”
Brahmana daha sonra Manu’nun, soyunu devam ettirmek isteğiyle bir kurban,töreni düzenleyerek, bu sayede bir kadın yarattığını ve bu kadınla insan soyunu sürdürdüğünü anlatır. Bu Manu kızının adı İda’dır. Bundan sonra öykü, İda adına kurban hediyesi sunmanın önemini açıklayarak devam eder.
Bir diğer efsane, Şunahşepa efsanesidir (Aitareya Brahmana, VII,15-18). Birçok yönden ilginçtir;
“İkshvaku soyundan Vedhas oğlu kral Harişçandra’nın çocuğu yoktur. Yüz karısı vardır ama bir türlü çocuğu olmaz. Ermiş Narada kendisini ziyaret ederek, kral Varuna’ya gidip ona ‘bana bir oğul verirsen onu sana kurban ederim’ demesini tavsiye eder. Kral bu öneriye uyar. Varuna’ya ‘bana bir oğul verirsen onu sana kurban ederin’ der. Varuna ‘pekiyi’ diyerek ona Sohita adında bir oğul kazandırır. Daha sonra ‘bir oğlun oldu, badi onu bana kurban et’ der, Fakat Harişçandra ‘On gün dolmadan bir hayvanın bile kurban edilmesi doğru değildir’ diyerek geçiştirir. Ongün sonra Varuna tekrar sıkıştırır: ‘Ongün doldu, haydi oğlunu bana kurban et’. Fakat adam ‘dişleri çıkmadan bir hayvanın bile kurban edilmesi doğru değildir’ diyerek tekrar geçiştirir. Böyle böyle Harişçandra oğlunu bir yetişkin olana kadar ölümden kaçırır. Nihayet onu kurban etmeye karar verir ancak Rohita ormana kaçar ve orada bir yıl kadar yaşar. Varuna ceza olarak Harişçandra’ya bir illet gönderir; vücudunda su kabarcıkları çıkmaya başlar. Bunu duyan Rohita geri dönmek ister fakat bir Brahman biçiminde görünen İndra ona engel olur. Gezginlerin talihinin iyi olduğunu ve ormanda dolaşmaya devam etmesini tavsiye eder, iki, üç, dört ve nihayet beş yıl genç adam ormanda dolaşır; ne zaman geri dönmek istediyse her seferinde İndra tarafından vazgeçirtilir ve dolaşması konusunda zorlanır. Rohita ormanda dolaşırken açlıktan sefil olmuş Rshi Acigarta ile karşılaşır. Bu kişinin üç oğlu vardır: Şunahpuççha, Şunahşepa, Şunolangula. Rohita, oğullarından birine karşılık yüz inek vereceğini söyler. Baba en büyüğü, anne ise en küçüğü vermek istemez. Ortancada, yani Şunahşepa’da anlaşırlar. Kohita, bu oğlanla birlikte babasına gelir. Varuna Şunahşepa’yi kurban olarak kabul eder. Racasuya töreni hazırlanır. Kurban için herşey hazırdır fakat kurbanı bağlayacak bir kimse bulunamaz. Acigarta ‘bana yüz inek daha verin ben bağlayayım’ deyince kabul ederler, o da oğlunu bağlar. Bir yüz inek daha verilirse öldürebileceğini söyler. O da kabul edilir ve adam, keskin bir kılıçla Şunahşepa’ya doğru
yürümeye
başlar. Oğlan şöyle düşünür: ‘Sanki bir hayvanmışım gibi beni boğazlayacaklar;
bari tanrıların merhametine sığnayım’. Sonra, bütün kalburüstü Vedik tanrılara
birçok dualarla yakarır. En son Ushas’a (Şafak) yakarır ve Harişçandra’nin
hastalığı iyileşmeye başlar. Bunun üzerine dinadamları onu bir kurban ganimeti
gibi kabul ederler; Şunahşepa başka bir Soma kurbanı yapıldığını görür. Ermiş
Vişvamitra, Şunahşepa’yı evlat edinir ve kendi yüz oğlunu reddeder. Onu,
kendinin mirasçısı olarak açıklar.
Bu .öykü, neredeyse Rgveda’nın eskiliği kadar büyük bir eskiliğe sahiptir. Bir başka örnek, düşünceyle söz arasındaki hoş tartışma ile ilgilidir (Şat.Brah, I,4,5:8-l2):
“Düşünce ile Söz arasında, ikisinden hangisinin daha iyi olduğu konusunda bir tartışma başlar. Her ikisi de ‘En iyi benim’ demektedir.
Düşünce ‘ben senden daha iyiyim, çünkü sen benim tarafımdan’ anlaşılmadıkça birşey konuşamazsın; sen benim yaptıklarımın taklitçisisin, benim izimden gelmeye mecbursun, ben senden daha üstünüm’ der.
Söz ise ‘senin bildiğini bilinir kılan benim, iletişimi ben sağlarım, asıl ben senden üstünüm’ diye yanıt verir.
Pracapati’ye danışırlar. Pracapati, Düşüncenin üstün olduğunu söyler, çünkü ‘söz onun izleyicisi ve taklitçisidir; bir şeyin izleyicisi ve taklitçisi o şeyden daha aşağıdır’.
Reddedilmiş olan söz (f. vaç) başaramaz ve korkar. Sonra Pracapati’ye der ki: ‘Sen beni seçmedin, ben de bundan sonra senin adak taşıyıcın olmayacağım; Artık Pracapati’ye ne zaman kurban sunulursa alçak sesle sunulsun; zira söz onun için artık adak taşıyıcı olmayacak.”
Bir başka efsane, Maitrayani-Samhita’da (I, 10,13) anlatılan kanatlı dağlar efsanesidir:
“Pracapati’nin en eski çocukları kanatlı tepelerdi. Bunlar havada uçarlar ve istedikleri yere konarlardı, Fakat böyle yaptıkları zaman dünya bir oraya bir buraya doğru sallanıyordu. Derken İndra bunların kanatlarını kesti ve dünya sallanmaz hale geldi. Kanatlar ise fırtına bulutları oldu, bu yüzden hep dağların tepelerinde dururlar.”
Brahmanalarda “Yaratılış” konusuyla ilgili birçok efsane anlatılır. Bunlardan biri (Şat.Brah. XI, 1,6: l-11) şudur:
“Başlangıçta sudan başka birşey yoktu. Bu sular kendi cinsini yaratmak istedi. Biçimlerini değiştirip, kendilerini alçalttılar. Bu sırada altın bir yumurta ortaya çıktı. O zamanlar henüz yıl kavramı yoktu; fakat tam bir yıl boyunca bu altın yumurta yüzdü durdu. Bir yıl sonra içinden bir adam çıktı; bu Pracapati idi. İşte Pracapati bir yılda doğduğu için bir kadın, bir inek yahut bir kısrak da bir yıl içinde doğurur. Ancak o sıralar ayakta duracak bir yer yoktu. Bu yüzden içinden çıktığı yumurta bir yıl boyunca yüzdü durdu. Bir yıl sonra konuşmaya çalıştı ve “bhuh” dedi, bu toprak oldu. Sonra “bhuvah” dedi bu hava oldu; “suvar” dedi bu da gökyüzü oldu. İşte Pracapati bir yıl sonra konuştuğu için bir çocuk da bir yıl sonra konuşmaya çalışır. Pracapati konuşurken tek ve çift heceli sözcükler söylediği için bir çocuk da ilk konuştuğunda tek ve çift heceli sözcükler söyler. Deminki üç sözcük toplam beş heceli olduğu için yılı beş mevsime böldü, buyüzden beş mevsim (ilkbahar, yaz, yağmur mevsimi, sonbahar, kış) vardır. Bir yıl sonra –Pracapati dünyaların üstünde ayağa kalktı, bunun için bir çocuk bir yıl sonra ayağa kalkmaya çalışır. O, bin yıllık bir yaşam için doğmuştu. Bir kimse, tıpkı nehrin uzak kıyısına vardığı gibi, hayatının öteki yakasına ulaşır. Dualar okuyarak, kendine eziyet ederek ve soyunu çoğaltmak isteğiyle yaşamına devam etti. Yaratıcı gücü kendinde topladı ve ağzından tanrıları yarattı. Onları yarattıktan sonra orada gün ışığı (diva) gördü, işte bu tanrıların parlaklığı idi. Sonra yaşam soluğuyla Asuraları (şeytanlar) yarattı. Onları yarattığında ise sanki orada karanlık gördü. Ve bildi ki ‘bunları yaratır yaratmaz karanlık oldu, doğrusu kendi başıma bela yarattım’. Daha ilk anda onları kötü olarak niteledi; onların günü zaten yapılmıştı; o yüzden derler ki ‘tanrılarla Asuralar arasındaki savaşlarla ilgili aktarmalarda (anvakhyana) ve efsanelerde (itihasa) anlatılanlar doğru değildir; zira o anda Pracapati onları kötü addetti ve o anda günleri yapıldı’. O, tanrıları yarattı ve .günü aydınlık yaptı, o şeytanları yarattı ve geceyi karanlık yaptı. Böylece gece ve gündüz oluştu.”
Bir başka Yaratılış Efsanesi Şatapatha Brahmana VI.l.l’de anlatılır ve en başta “Başlangıçta var olmayan (asat) vardı” denir. Bu ifade, Rgveda X,l29’daki Yaratılış İlahisindeki ifadeye benzer.
Bir başka yerde (Şat,Brah.XI,2,3,l) bütün yaratılışın özü olarak Brahman öne sürülür:
“Başlangıçta sadece Brahman vardı O tanrıları yarattı, onları yarattıktan sonra, dünyaları onlara barınak olarak verdi. Toprak dünyasını Agni’ye, Hava’yı Vayu’ya, Cenneti de Surya’ya verdi.”
Brahmanalarda biçimlenmeye devam eden düşüncelerin, Aranyaka ve Upanishadlarda geliştirilmeye çalışıldığını görürüz. Upanishadların temel doktrini, Şatapatha Brahmana’da (X,6,3) Şandilya tarafından açıklanmıştır.
Bu .öykü, neredeyse Rgveda’nın eskiliği kadar büyük bir eskiliğe sahiptir. Bir başka örnek, düşünceyle söz arasındaki hoş tartışma ile ilgilidir (Şat.Brah, I,4,5:8-l2):
“Düşünce ile Söz arasında, ikisinden hangisinin daha iyi olduğu konusunda bir tartışma başlar. Her ikisi de ‘En iyi benim’ demektedir.
Düşünce ‘ben senden daha iyiyim, çünkü sen benim tarafımdan’ anlaşılmadıkça birşey konuşamazsın; sen benim yaptıklarımın taklitçisisin, benim izimden gelmeye mecbursun, ben senden daha üstünüm’ der.
Söz ise ‘senin bildiğini bilinir kılan benim, iletişimi ben sağlarım, asıl ben senden üstünüm’ diye yanıt verir.
Pracapati’ye danışırlar. Pracapati, Düşüncenin üstün olduğunu söyler, çünkü ‘söz onun izleyicisi ve taklitçisidir; bir şeyin izleyicisi ve taklitçisi o şeyden daha aşağıdır’.
Reddedilmiş olan söz (f. vaç) başaramaz ve korkar. Sonra Pracapati’ye der ki: ‘Sen beni seçmedin, ben de bundan sonra senin adak taşıyıcın olmayacağım; Artık Pracapati’ye ne zaman kurban sunulursa alçak sesle sunulsun; zira söz onun için artık adak taşıyıcı olmayacak.”
Bir başka efsane, Maitrayani-Samhita’da (I, 10,13) anlatılan kanatlı dağlar efsanesidir:
“Pracapati’nin en eski çocukları kanatlı tepelerdi. Bunlar havada uçarlar ve istedikleri yere konarlardı, Fakat böyle yaptıkları zaman dünya bir oraya bir buraya doğru sallanıyordu. Derken İndra bunların kanatlarını kesti ve dünya sallanmaz hale geldi. Kanatlar ise fırtına bulutları oldu, bu yüzden hep dağların tepelerinde dururlar.”
Brahmanalarda “Yaratılış” konusuyla ilgili birçok efsane anlatılır. Bunlardan biri (Şat.Brah. XI, 1,6: l-11) şudur:
“Başlangıçta sudan başka birşey yoktu. Bu sular kendi cinsini yaratmak istedi. Biçimlerini değiştirip, kendilerini alçalttılar. Bu sırada altın bir yumurta ortaya çıktı. O zamanlar henüz yıl kavramı yoktu; fakat tam bir yıl boyunca bu altın yumurta yüzdü durdu. Bir yıl sonra içinden bir adam çıktı; bu Pracapati idi. İşte Pracapati bir yılda doğduğu için bir kadın, bir inek yahut bir kısrak da bir yıl içinde doğurur. Ancak o sıralar ayakta duracak bir yer yoktu. Bu yüzden içinden çıktığı yumurta bir yıl boyunca yüzdü durdu. Bir yıl sonra konuşmaya çalıştı ve “bhuh” dedi, bu toprak oldu. Sonra “bhuvah” dedi bu hava oldu; “suvar” dedi bu da gökyüzü oldu. İşte Pracapati bir yıl sonra konuştuğu için bir çocuk da bir yıl sonra konuşmaya çalışır. Pracapati konuşurken tek ve çift heceli sözcükler söylediği için bir çocuk da ilk konuştuğunda tek ve çift heceli sözcükler söyler. Deminki üç sözcük toplam beş heceli olduğu için yılı beş mevsime böldü, buyüzden beş mevsim (ilkbahar, yaz, yağmur mevsimi, sonbahar, kış) vardır. Bir yıl sonra –Pracapati dünyaların üstünde ayağa kalktı, bunun için bir çocuk bir yıl sonra ayağa kalkmaya çalışır. O, bin yıllık bir yaşam için doğmuştu. Bir kimse, tıpkı nehrin uzak kıyısına vardığı gibi, hayatının öteki yakasına ulaşır. Dualar okuyarak, kendine eziyet ederek ve soyunu çoğaltmak isteğiyle yaşamına devam etti. Yaratıcı gücü kendinde topladı ve ağzından tanrıları yarattı. Onları yarattıktan sonra orada gün ışığı (diva) gördü, işte bu tanrıların parlaklığı idi. Sonra yaşam soluğuyla Asuraları (şeytanlar) yarattı. Onları yarattığında ise sanki orada karanlık gördü. Ve bildi ki ‘bunları yaratır yaratmaz karanlık oldu, doğrusu kendi başıma bela yarattım’. Daha ilk anda onları kötü olarak niteledi; onların günü zaten yapılmıştı; o yüzden derler ki ‘tanrılarla Asuralar arasındaki savaşlarla ilgili aktarmalarda (anvakhyana) ve efsanelerde (itihasa) anlatılanlar doğru değildir; zira o anda Pracapati onları kötü addetti ve o anda günleri yapıldı’. O, tanrıları yarattı ve .günü aydınlık yaptı, o şeytanları yarattı ve geceyi karanlık yaptı. Böylece gece ve gündüz oluştu.”
Bir başka Yaratılış Efsanesi Şatapatha Brahmana VI.l.l’de anlatılır ve en başta “Başlangıçta var olmayan (asat) vardı” denir. Bu ifade, Rgveda X,l29’daki Yaratılış İlahisindeki ifadeye benzer.
Bir başka yerde (Şat,Brah.XI,2,3,l) bütün yaratılışın özü olarak Brahman öne sürülür:
“Başlangıçta sadece Brahman vardı O tanrıları yarattı, onları yarattıktan sonra, dünyaları onlara barınak olarak verdi. Toprak dünyasını Agni’ye, Hava’yı Vayu’ya, Cenneti de Surya’ya verdi.”
Brahmanalarda biçimlenmeye devam eden düşüncelerin, Aranyaka ve Upanishadlarda geliştirilmeye çalışıldığını görürüz. Upanishadların temel doktrini, Şatapatha Brahmana’da (X,6,3) Şandilya tarafından açıklanmıştır.
Brahmanizm
M.Ö.
yaklaşık II. yüzyıla doğru Brahmanlar, Vedizm'den kendilerini toplumun ilk
planında işgal ettikleri yeri haklı gösterecek bir din çıkardılar. Kelimenin
dar anlamıyla Brahmanizm diye adlandırılan işte 'budur.
Brahmanizm'in
kutsal metinleri Brahmanalarla Upanishadlardır. Brahmanalar yaklaşık olarak
M.Ö. 800 ila 600 yılları arasında yazılmışlardır. Bunlarda kurbanlarla ilgili
ve bunların karmaşık ayrıntılarını (etimolojiler ya da tanrılar üzerine
efsaneler yardımıyla) haklı gösteren konular anlatılır.
Upanishadlar
ise M.Ö. 600 ile 500 yılları arasında meydana getirilmişlerdir. Bunlar çok
derin bir felsefeyi açıklamaktadırlar. Atman ile Brahman'ın özdeş oldugunu,
insandaki ve güneşteki ruhun bir ve aynı şey oldugunu, Tanrının görünen
herşeyin ta kendisi oldugunu anlatırlar. Bu konuda sayısız örnekler verir ve
sağlam yaklaşımlar yapar. Brahmanizm'in ana tezleri de bunlardır zaten;
kainatın temel özü olan Brahman ile insanların derin benlikleri olan Atman'ın özdeşliği;
Karma inanışı ve buna bağlı olarak ruhgöçü. Brahmancılığın meşhur sözü şudur:
Tat tvam asi (Sen O'sun).
Vedizm,
Animizm'den ölülerin sonradan yaşadıkları fikrini alıp muhafaza etmekle
beraber, aynı varlık tarafından birbirini sonsuz şekilde takip eden hayatlar
yaşanabileceğini katiyen kabul etmiyordu. Brahmanizm'de ise tersine,
yaratıkların sayısındaki düzenin önceki yaşamlardaki insan ve hayvan
hayatlarının muhteva ve düzenine bağlı olduğu düşünülmektedir. Bu ise her bir
yaşamın, daha önceki bir yaşama göre şekillenmesi zorunluluğunu getirmektedir.
işte bu sistemin bütününe Karma yasası adı verilmektedir.
Ruhun
defalarca bedenlenişine olan inancın Hindistan'da ne derece yaygın oldugunu,
XI.yüzyılda Hindistan'ı ziyaret etmiş olan El Biruni'nin şu sözlerinden de
anlayabiliyoruz: "içten gelerek söylenen şehadet kelimesi Müslümanların
özelliği olduğu gibi, tanrı üçlemesi Hristiyanların, cumartesi gününe hürmet
ise yahudilerin alametidir. Aynı şekilde ruhgöçü de Hint dininin nişanıdır.
Buna inanmayan o topluluktan değildir."
Az
veya çok iyi bir hayat sürmüş olduğumuza göre, ölümden sonra da az veya çok
yüksek bir hayata kavuşuyoruz. Yani, yeni bir bedene girişimiz, daha önceki hal
ve gidişimize bağlı olan bir şeydir. Böylece din düşüncesi, ahlakın da özü
haline gelmektedir. İnsanın iyi veya kötü davranışlarının mükafatı veya cezası,
sonradan daha iyi ya da daha kötü bir bedene giriş şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Yeniden doğmak "dünyanın ıstırabına" yeniden ortak olmak demektir.
Hayatın böyle ebediyen yeniden başlayışı, ıstırapların da ebediyen yeniden
başlayışı demektir. İnsan, Atman'la Brahman'ın tıpkılığına inandığı anda, bu
eziyetten de kurtulacaktır.
İşte bu, bilgi yoluyla
erişilen Kurtuluştur.
·
Vedalar'ı anlayıp,
tekellerine alan brahmanlar (rahipler) kast
sistemini kurmuş ve sistemin en üst tabakası haline gelmişlerdir.
3.
Aranyakalar
ARANYAKALAR VE UPANİSHADLAR
Brahmanalara
ek olarak yazılmış metinlere Aranayakalar (Orman Metinleri) denir. Bunlar,
gizli ve acayip karakterdeki herşeyi içerir; açıktan öğretilmesi tehlikeli
olduğu için köylerde değil, ancak ormanlarda öğretilmesi gerekir. Aranyakaların
ana konuşu, artık kurban töreninin yapılışıyla ilgili kurallar ve seramonilerin
açıklaması değil, kurbanın sembolcülüğü ve mistisizmi ile Brahman felsefesidir,
Aşramalar doktrininin, yaşamın Brahmansal ideali olarak ileri sürülmesinden
sonra bu “orman metinleri” doğal olarak orman çilekeşlerinin üzerinde
çalıştığı, Vedaların geçerlilik kazanan kısımları haline geldi, Upanishadların
en eskileri de kısmen bunlara dahil edildi, kısmen de bunlara eklendi; bu
yüzden Aranyakalar ile Upanishadlar arasında kesin bir sınır çizmek zordur. Bu
metinler birçok nedenden ötürü Vedanta (Vedaların Sonu) olarak biçimlendi. Bir
kere bu metinlerin çoğu daha genç bir döneme aittir ve kronolojik olarak Veda
döneminden sonraya yerleştirilir, ikinci olarak şunu asla unutmamalıyız ki
Vedik edebiyatın tamamı yazılı kitaplardanoluşmaz, ağızdan ağıza yayılmış bir
edebiyattır. Bunun içindir ki bizim genellikle “eserler” yahut “kitaplar”
olarak adlandırdığımız ve Brahmanalar içinde bulduğumuz şeyler aslında çeşitli
dinadamlarına.ait okulların öğretilerinin açıklandığı kısımlardır. Öğreti,
yıllarla ölçülen süreler içinde öğrencilere öğretilir, bu süre zarfında öğrenci
hocasıyla birlikte yaşar ve ona hizmet ederdi. Bu öğretinin anlaşılması çok
zordu; esrarlı, mistik ve felsefesel doktrinlerdi bunlar. İşte Aranyakalar ve
Upanishadların içeriğini oluşturan bu konular, bu öğretim döneminin sonuna
düşüyordu. Bu metinler, dinsel bir görev ve eylem olan Vedaların ezberden
okunmasına da bir son veriyordu. Sonraki düşünürler, Upanishadların
doktrinlerinde Vedaların sonunu değil, Vedaların son amacını gördüler.
Vedanta olarak Aranyakalar ve en eski Upanishadlar çeşitli Veda
okullarına aittirler. Bunlar gerçekte Brahmanaların belirli kısımlarını
oluştururlar. Kendisine Aitareya Upanishad dahil edilmiş olan Aitareya Aranyaka,
Rgveda’ya ait olan Aitareya Brahmana’ya ilişkindir. Yine Rgveda’ya ait olan
Kaushitaki Brahmana, bir parçasını Kaushitaki Upanishad’ın oluşturduğu
Kaushitaki Aranyaka ile biter. Siyah Yacurveda’ya ait olan Taittiriya Aranyaka,
Taittiriya Brahmana’nın devamından başka birşey değildir. Bu Aranyaka’nın
bitişi Taittiriya Upanishad ve Maha Narayan Upanishad olarak
biçimlendirilmiştir. Beyaz Yacurveda’ya bağlı Şatapatha Brahmana’da
XIV.kitabın. ilk-üçte biri bir Aranyaka’dır; bu kitabın sonu en büyük ve en
ünlü Upanishad olan Brhadaranyaka Upanishad’dır. İlk bölümü bir Aranyaka olan
Chandogya Upanishad, Samaveda’ya ait olan bir Brahmana’ya (olasılıkla Tandya
Maha Brahmana) aittir. Caiminiya Upanishad Brahmana diye adlandırılan eser
Caiminiya’ya (veya Samaveda’nın Talavakara okulu) ait bir Aranyaka’dır. Keza
Talavakara Upanishad denen Kena Upa. da onun
bir parçasını oluşturur.
Maha Harayana Upa. hariç, yukarıda adı geçen Upanishadlar, bu türün en eskilerindendir. Dil ve üslup olarak Brahmanalara benzerler. Süssüz ve düzyazı biçimlidirler. Sadece, en eskileri arasında sayılan Kena Upanishad’ın yarısı şiirseldir. Eski ve yeni metinler bir aradadır. Brhadaranyaka ve Chandogya gibi en-büyük.Upanishadlar birçok büyük küçük metnin, birleşip kaynaşmasıyla oluşmuştur. Böylece aynı metinlerin birçok Upanishad’da bulunmasını da anlayabiliyoruz. En büyük Upanishadların yazıldığı bağımsız metinlerin ait olduğu tarih, Buddha ve Panini’den önce, Brahmanalar ve Aranyakalardan çok sonra olmayan bir tarihtir. Bu nedenle yukarıda adları geçmiş olan 6 Upanishad, yani Aitareya, Brhadaranyaka, Chandogya, Taittiriya, Kaushitaki ve Kena şüphesiz bu edebiyatın ilk gelişen en eski ürünleridir. Bunlar, daha önce bahsettiğimiz Vedanta doktrinini saf ve orijinal biçimiyle sunarlar.
Bütünüyle veya kısmen şiirsel olarak yazılmış olan bazı Upanishadlar, olasılıkla Buddhizm öncesi bir zamana, fakat demin bahsettiklerimizden sonraki bir döneme aittirler. Bir Aranyaka’nın bölümü olmasalar bile, bunlar da belirli Veda okullarına ilişkindir. Bu sınıflama içine Siyah Yacurveda okuluyla ilgisi olan Katha Upanishad’ı koyabiliriz. Keza Siyah Yacurveda metinleri arasında sayılan Taittiriya Aranyaka’ya bir ek olarak elimize gelen Şvetaşvatara Upanishad ile Maha Narayana Upa. da sayılabilir. Vacasaneyi Samhita’nın son bölümü biçiminde olan kısa fakat çok değerli İşa Upanishad, Beyaz Yacurveda’ya aittir. Yarı düzyazı yarı şiirsel olan Mundaka ve Praşna Upa.lar
Atharvaveda’ya aittirler. Bu altı Upanishad da Vedanta doktrinini içermesine rağmen, bunlarda büyük ölçüde Samkhya ve Yoga öğretileri ile monoteistik düşünceler de işlenmiştir.
Maitrayaniya Upa. Siyah Yacurveda okuluna atfedilir ve Buddhizm sonrası bir devreye ait olması gerekir. Bu da, en eskileri gibi, düzyazı ile yazılmıştır; ancak Vedik izler taşımaz. Dil, üslup ve kapsam bakımından Klasik Sanskrit Edebiyatı içine yerleştirilebilir. Atharvaveda ile ilintili olan Mandukya Upanishad da olasılıkla aynı zamana aittir.
Bu son saydığımız iki Upanishad önceki onikisi ile birleşerek 14 Upanishad’ı oluşturur ki bunlar Hint felsefesi ile ilgili ilk kaynaklardır.
Bunun dışında sayıları 200’ü aşan Upanishad adıyla veya.geniş birikimler halinde bize ulaşmış.metinler vardır ki bunlar Vedalarla, bir ikisi dışında, pek ilgisi olmayan metinlerdir. Felsefi olmaktan .çok dinsel karakterdedirler. Çok sonraki dönemlerin mezheplerinin ve düşünür okullarının görüş ve doktrinlerini savunurlar. Vedalardan çok Purana ve Tantralarla ilgilidirler. Bu yeni Upanishad Edebiyatını amaç ve kapsamlarına göre şöyle sınıflandırabiliriz:
l) Vedanta öğretilerini açıklayan metinler, 2) Yoga’yı öğreten metinler, 3) Çileci yaşamı (Sanyasa) öven metinler, 4) Vishnu’yu öven metinler, 5) Şiva’yı öven metinler, 6) Şaktaların ve diğer önemsiz mezheplerin Upanishadları... Bu metinler kah düzyazı, kah düzyazı-şiir karışımı ile, kısmen de epik şlokalarla yazılmışlardır.
Upanishad sözcüğü upa+ni+SAD (bir kimsenin yakınına oturmak, dizinin dibine oturmak) eyleminden türetilmiştir ve bununla öğrencinin hocasının yanına oturup, ondan gizli bilgileri alması anlatılmaya çalışılmıştır. Hintliler gizli bilgilere “rahasyam” derlerdi. Bu nedenle “Upanishad” ve “rahasyam” sözcükleri yanyana kullanılmıştır.
Maha Harayana Upa. hariç, yukarıda adı geçen Upanishadlar, bu türün en eskilerindendir. Dil ve üslup olarak Brahmanalara benzerler. Süssüz ve düzyazı biçimlidirler. Sadece, en eskileri arasında sayılan Kena Upanishad’ın yarısı şiirseldir. Eski ve yeni metinler bir aradadır. Brhadaranyaka ve Chandogya gibi en-büyük.Upanishadlar birçok büyük küçük metnin, birleşip kaynaşmasıyla oluşmuştur. Böylece aynı metinlerin birçok Upanishad’da bulunmasını da anlayabiliyoruz. En büyük Upanishadların yazıldığı bağımsız metinlerin ait olduğu tarih, Buddha ve Panini’den önce, Brahmanalar ve Aranyakalardan çok sonra olmayan bir tarihtir. Bu nedenle yukarıda adları geçmiş olan 6 Upanishad, yani Aitareya, Brhadaranyaka, Chandogya, Taittiriya, Kaushitaki ve Kena şüphesiz bu edebiyatın ilk gelişen en eski ürünleridir. Bunlar, daha önce bahsettiğimiz Vedanta doktrinini saf ve orijinal biçimiyle sunarlar.
Bütünüyle veya kısmen şiirsel olarak yazılmış olan bazı Upanishadlar, olasılıkla Buddhizm öncesi bir zamana, fakat demin bahsettiklerimizden sonraki bir döneme aittirler. Bir Aranyaka’nın bölümü olmasalar bile, bunlar da belirli Veda okullarına ilişkindir. Bu sınıflama içine Siyah Yacurveda okuluyla ilgisi olan Katha Upanishad’ı koyabiliriz. Keza Siyah Yacurveda metinleri arasında sayılan Taittiriya Aranyaka’ya bir ek olarak elimize gelen Şvetaşvatara Upanishad ile Maha Narayana Upa. da sayılabilir. Vacasaneyi Samhita’nın son bölümü biçiminde olan kısa fakat çok değerli İşa Upanishad, Beyaz Yacurveda’ya aittir. Yarı düzyazı yarı şiirsel olan Mundaka ve Praşna Upa.lar
Atharvaveda’ya aittirler. Bu altı Upanishad da Vedanta doktrinini içermesine rağmen, bunlarda büyük ölçüde Samkhya ve Yoga öğretileri ile monoteistik düşünceler de işlenmiştir.
Maitrayaniya Upa. Siyah Yacurveda okuluna atfedilir ve Buddhizm sonrası bir devreye ait olması gerekir. Bu da, en eskileri gibi, düzyazı ile yazılmıştır; ancak Vedik izler taşımaz. Dil, üslup ve kapsam bakımından Klasik Sanskrit Edebiyatı içine yerleştirilebilir. Atharvaveda ile ilintili olan Mandukya Upanishad da olasılıkla aynı zamana aittir.
Bu son saydığımız iki Upanishad önceki onikisi ile birleşerek 14 Upanishad’ı oluşturur ki bunlar Hint felsefesi ile ilgili ilk kaynaklardır.
Bunun dışında sayıları 200’ü aşan Upanishad adıyla veya.geniş birikimler halinde bize ulaşmış.metinler vardır ki bunlar Vedalarla, bir ikisi dışında, pek ilgisi olmayan metinlerdir. Felsefi olmaktan .çok dinsel karakterdedirler. Çok sonraki dönemlerin mezheplerinin ve düşünür okullarının görüş ve doktrinlerini savunurlar. Vedalardan çok Purana ve Tantralarla ilgilidirler. Bu yeni Upanishad Edebiyatını amaç ve kapsamlarına göre şöyle sınıflandırabiliriz:
l) Vedanta öğretilerini açıklayan metinler, 2) Yoga’yı öğreten metinler, 3) Çileci yaşamı (Sanyasa) öven metinler, 4) Vishnu’yu öven metinler, 5) Şiva’yı öven metinler, 6) Şaktaların ve diğer önemsiz mezheplerin Upanishadları... Bu metinler kah düzyazı, kah düzyazı-şiir karışımı ile, kısmen de epik şlokalarla yazılmışlardır.
Upanishad sözcüğü upa+ni+SAD (bir kimsenin yakınına oturmak, dizinin dibine oturmak) eyleminden türetilmiştir ve bununla öğrencinin hocasının yanına oturup, ondan gizli bilgileri alması anlatılmaya çalışılmıştır. Hintliler gizli bilgilere “rahasyam” derlerdi. Bu nedenle “Upanishad” ve “rahasyam” sözcükleri yanyana kullanılmıştır.
UPANISHADLARIN
TEMEL ÖĞRETİLERİ
Upanishadlarda belki de en sık tekrarlanan sözler “Evrenin Brahman, Brahman’ın da Atman” olduğudur. Yani “Evren Tanrı, Tanrı da Sensin veya Benim”. Upanishadlarda bu iki kavram, yani Brahman ve Atman bir arada gözükür. Şandi1ya bu ünlü doktrini “Gerçekten bütün bu var olan herşey Brahmandır” diye açıklamaya başlar (chandogya Upa. III, 14):
“Bu Atman benim kalbinin derinliklerindedir ve bir pirinç veya arpa tanesi ya da hardal çekirdeği kadar küçüktür... Kalbimin derinliklerindeki bu Atman dünyadan, gökyüzünden, göklerden ve bütün dünyalardan daha büyüktür. Bütün hareketler, istekler, korkular, tatlar ondadır, kendi içini kapsayan herşeyi tutan odur; o konuşmaz, hiçbir şeyi dert etmez; bu kalbimin derinliklerindeki Atman, Brahman’dır. Bu yaşamdan.ayrıldığım zaman onunla birleşeceğim”.
Burada görüldüğü gibi, “aham brahmasmi” (ben Brahma’yım) öğretisi anlatılmaya çalışılmaktadır.
Chandogya Upa. (VI, 1’den) dan:
“Şvetaketu, Uddalaka Aruni’nin oğluydu. Babası ona dedi ki: ‘Şvetaketu kendini bir hocaya Veda öğrencisi olarak sunmalısın, çünkü evladım, bizim ailede Veda’yı öğrenmeden, sadece ismen Brahmin olmak yeterli değildir.’ Böylece 12 yaşında öğrenci oldu. 24 yaşında ise bütün Vedaları öğrenmişti. Kendini bilgili bir insan gibi kabul ederek gururla evine döndü. Babası ona dedi ki: ‘Sevgili Şvetaketu, kendini.bilgili bir insan gibi kabul edip kibirleniyorsun; söyle bana, işitilmeden duyulan, düşünülmeden düşünülen, bilinmeden bilinen öğretiyi araştırdın mı?’ ‘Saygıdeğer kişi, bu öğreti neden bahsediyor?’ ‘Evladım, bu, var olan herşeyin aynı hamurdan yapıldığını, farkın ise sadece isimlerde olduğunu anlamaktır. Bakırdan yapılmış herşey bakırdır, fark sadece isimlerdedir. Tırnak makası gibi demirden yapılmış herşey demirdendir, fark onlara verilen isimlerdedir; işte bu böyle bir öğretidir.’ ‘Şüphesiz benim değerli hocalarım bunu bilmiyordu; eğer biliyorduysalar neden bana öğretmediler? Saygıdeğer efendim, bu öğretiyi bana açıklar mısınız?’ ‘Pekiyi evladım’ dedi baba.
Oğlum, başlangıçta varolan, ikincisi olmayan Tek Varlık’tır. Şundan emin ol, bazı kimseler der ki; Başlangıçta:Varolmayan vardı; o ikincisi olmayan Tek’ti; ondan Varolan ortaya çıktı. Fakat sevgili oğlum, bu nasıl olabildi? Nasıl oldu da Varlık Yokluk’tan doğdu? Başlangıçta var olan varlıktır ve o İkincisi olmayan Teklik’tir. (Sonra ona varlığın nasıl su ve-ısının-yardımıyla doğduğunu, daha sonra ondan nasıl yiyeceğin ortaya çıktığını anlatır. Varlığın, üç elementi içine alarak, kendi dışında maddesel dünyayı yarattığını açıklar. Uyku, açlık ve susuzluk, durumunda nasıl herşeyin geri üç elemente döndüğünü (ısı, su, yiyecek) başka deyişle ateş, su, toprağa döndüğünü, bu üç elementin dönüşlerinde sadece varlıkta dinlendiklerini anlatır. Bu varlık herşeyi içine alan Atman’dır, yani bizim ruhumuzdur. Bir kimse ölse, gerçekte olduğu şeye döner, onun dışında üretildiği varlığa karışır. Bu bilgileri Tek Varlık’la insan ruhunun bir ve aynı olduğunu açıklayan bir dizi benzetme izler). ‘Sevgili oğlum, arılar farklı farklı ağaçların özsularını tek bir yerde toplarlar. Bu birliğin içinde toplanmış olan özsular ‘ben şu ağacın özsuyuyum, ben bu ağacın demezler. O halde evladım, varlıktan gelen bütün yaratıklar da ondan geldikleri bilincini unutmuşlardır. Aslan, kaplan, kurt, domuz, solucan, kuş, sinek, sivrisinek hepsi de bu Varlık’tan gelmedir. Herşeyi var eden bu aynı kaynaktır, o gerçektir, o Atman’dır, o Sensin ey Şvetaketu’. ‘Soylu efendim, beni daha fazla aydınlatın’ ‘Pekala oğlum...’
‘Şuradaki incir ağacından bana bir meyve getir;’ ‘Getirdim efendin’. ‘Onu ikiye böl’ ‘Böldüm efendim’ ‘İçinde ne görüyorsun?’ ‘Çok küçük tohumlar efendim’ ‘Onlardan birini ikiye böl’ ‘Böldüm efendim’ ‘Ne görüyorsun?’ ‘Hiçbir şey efendim’. Bunun üzerine baba dedi ki: ‘Sevgili oğlum, görmüyor musun ki o hiç dediğin şeyden şu koca incir ağacı meydana geldi, inan bana oğlum, herşeyi meydana getiren de bu aynı şeydir; o gerçektir, o Atman’dır, o sensin ey Şvetaketu’ ‘Soylu efendim, beni daha fazla aydınlatın’. ‘Pekala...’
‘Şu bir parça tuzu suya koy ve yarın sabah bana gel’ O da öyle yapar. Baba ona der ki: ‘Dün gece suya koyduğun tuzu bana ver’. Oğul, elleriyle yoklar ama tuzu bulamaz zira suda erimiştir. ‘Şimdi suyun bir yerinden tat bakalım. Nasıl tadı?’ ‘Tuzlu’. ‘Şimdi ortadan tat, nasıl?’ ‘Tuzlu’ ‘Şimdi diğer taraftan tat, nasıl tadı?’ ‘Tuzlu’ ‘Şimdi onunla birşey ye ve bana gel’ O da öyle yapar ama yediği şey de tuzludur. Sonra baba ona der ki: ‘Doğrusu oğlum, sen de bu vücutta varlığı kavrayamazsın, oysa o oradadır. Bu herşeyi oluşturan güçtür, o gerçektir, o Atman’dır, O Sensin ey Şvetaketu!’
Kaushitaki Upa. (IV’de) ve Brhadaranyaka Upa. (II,1’de) olmak üzere iki ayrı Upa.’da bilgili ve kibirli Brahman Gargya-Balaki’nin Benares kralı Acataşatru’ya Brahma bilgisini öğretişini buluruz. Ona, güneşteki, aydaki, aydınlıktaki, havadaki, rüzgardaki, ateşteki, sudaki Purusha’.yı (kişisel ruh) açıklar. Sesteki, rüyadaki, insan bedenindeki, gözdeki Brahman’ın yansımasını anlatır. Bunlardan tatmin olmayan krala başka açıklamalarda bulunur.
Yacnavalkya ile iki karısından biri olan Maitreyi arasında şöyle bir konuşma geçer (Brhadaranyaka Upa. II, 4):
Maitreyi – Efendim, söyler misiniz, acaba üzerindeki zenginlikle birlikte bu dünya benim olsa, ölümsüzlüğe kavuşur muydum?
Yacnavalkya – Hayır! Senin yaşamın da zenginlerinki gibi olurdu. Zenginlikte ölümsüzlüğe dair bir umut yoktur.
Maitreyi – Eğer ölümsüz olamayacaksam ne yapacağım? Bu konuda, efendim bana bildiklerinizi söyleyin.
Yacnavalkya – Benim için çok değerli olan sen, kıymetli sözler söylüyorsun. Gel, otur, sana açıklayacağım, sözlerime dikkat et! (Devam eder)
Bir koca onu sevdiğin için değerli değildir: Bir koca, kendini sevdiğin için değerlidir.
Bir kadın, onu sevdiğin için değerli değildir: Bir kadın, kendini sevdiğin için değerlidir.
Oğullar, onları sevdiğin için değerli değildir: Oğullar kendini sevdiğin için değerlidir.
Tanrılar, onları sevdiğin için değerli değildir: Tanrılar sen kendini sevdiğin için değerlidir.
Yaratıklar, onları sevdiğin için değerli değildir: Yaratıklar, sen kendini sevdiğin için değerlidir.
Aynı şekilde herşey sen onları sevdiğin için değil, sen kendini sevdiğin için değerlidir.
Ey Maitreyi, kendin dediğim görülür, duyulur, kavranır, gösterilir! Biz duyduğumuz, kavradığımız ve bildiğimiz zaman herşey bilinmiş olur.
Ruh göçü ve Karma kanunu ile ilgili birçok konuşma vardır. Bunlardan biri Brhad.Upa. III,2,13’den itibaren verilen konuşmadır. Burada iyi hareketlerin (Karman) sonunda iyi bir canlı, kötü hareketlerin sonunda kötü bir canlı olarak doğulacağı belirtilir. Aynı Upanishad’ın başka bir yerinde (7,2) ilginç bir söz oyunu vardır:
“Pracapati’nin oğulları olan tanrılar, insanlar ve şeytanlar babalarının yanında onun öğrencisi olarak kalırlar. Tanrılar onun yanındayken sorarlar: ‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O da onlara ‘da’ der ‘bunu anladınız mı?’ diye ekler. “Tanrılar”da anladık; siz bize damyata (kendinizi zaptedin) diyorsunuz’ diye yanıt verirler. Pracapati ‘evet, anlamışsınız’ der. insanlar ona derler ki ‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O da gene ‘da’ der. ‘Anladınız mı?’ insanlar ‘anladık, siz bize datta (ver) diyorsunuz’ derler. O da ‘evet, anlamışsınız’ diye doğrular. Şeytanlar ona derler ki ‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O gene ‘da’ der ‘anladınız rnı?’ diye ekler. Onlar da ‘anladık, siz bize dayadhvam (merhametli ol) diyorsunuz’ derler, Pracapati ‘evet, anlamışsınız’ diye konuşur, işte bu yüzden kutsal sesi olan gökgürültüsü da-da-da ettiğinde bu damyata, datta, dayadhvam anlamına gelir. O nedenle o kişi kendini tutma cömertlik ve merhameti öğrenecektir.”
Upanishadlardaki öğretiye göre en yüce amaç, Brahma ile bir olmaktır. Bu da ancak bilgisizliğin yenilmesi ile olur. Bu yüce amaca ulaşmak için, iyi olsun kötü olsun, her türlü işi bırakmak gerekir. Kurban sunmak ya da çilecilik yapmak, ancak insanın yeniden doğmasına yarar. Bilgi ise insanı bu karışıklıktan kurtararak Bir ve Gerçek Olan’a götürür. Krallar Atman ve Brahman bilgisini öğretmeleri için Brahmanlara müthiş ölçülerde hediyeler verirler; Brahmanlar da onlara karşı oldukça ölçülü davranırlardı. Zenginler de dilencilere karşı öyle olurdu. Bu bilgiye kavuşmanın yolları böyleydi; buna en iyi örnek Naçiketas öyküsüdür ki bu Katha Upa. (I,20-29) da anlatılır. Buna göre genç Naçiketas cehenneme düşer ve orada ölüm Tanrısı ondan üç dilekte bulunmasını ister. O da ilk olarak sağ sağlim babasına dönmeyi diler. Sonra cennet mutluluğunu ister. Üçüncü isteği ise bir sorunun yanıtlanmasıdır: “Bir kimse ölünce bazıları var olduğunu, bazıları yok olduğunu söyler. O kişiye ne olur?” Yama, öldükten sonra insana ne olacağı sorusunu tanrıların bile yanıtlayamadığını söyleyerek, bu isteğinden vazgeçmesini rica eder. Fakat Naçiketas ısrar eder. Yama da ona zevkleri bırakıp bilgiyi seçmesini öğütler; Atman doktrinini açıklar.
Maitrayana Upa, (I,2-4) daki bir anlatım Buddhist anlatım ve öğretim tekniğini andırır. Bu Upanishad zaten dil ve üslup bakımından Veda döneminden çok Klasik Sanskrit dönemine ve Buddhizm sonrasına
Yakındır. Upanishadlarda Brahma tek gerçektir. Bu gerçeği bilene korku ulaşamaz. Sonraki Hint edebiyatında görülen karamsarlık (pessimizm) kaynağını Upanishadlardan alır.
Alman filozofu Schopenhauer, Upanishadları “insan düşüncesinin en yüksek ürünleri ve bilgeliği” olarak niteler ve bunların “hemen hemen süper-insan kavramları” olduğunu ve “yaratıcılarının Tam insan olarak görülmesi gerektiğini” vurgular.
Upanishadlardaki mistik öğretiler, İran .Sufizmini, Neo-platoncuların mistik teozofik logos doktrinlerini, Hristiyan mistikleri Eckhart ve Tauler’i ve nihayet 19.yüzyıl Alman mistik düşünürü Arthur Schopenhauer’i derinden etkilemiştir. Bu düşünür; hocalarını sayarken Plato ve Kant’la birlikte Vedaları (burada Upanishadlar kastediliyor) sayar. Schopenhauer Sanskrit edebiyatının keşfinin “yüzyılın en büyük hediyesi” olduğunu söylemektedir. Upanishadlar için der ki: “Dünyada var olabilecek en doyurucu ve en yükseltici eser; yaşamımın tesellisi oydu, ölümümün de tesellisi o olacaktır.”
Upanishadlarda belki de en sık tekrarlanan sözler “Evrenin Brahman, Brahman’ın da Atman” olduğudur. Yani “Evren Tanrı, Tanrı da Sensin veya Benim”. Upanishadlarda bu iki kavram, yani Brahman ve Atman bir arada gözükür. Şandi1ya bu ünlü doktrini “Gerçekten bütün bu var olan herşey Brahmandır” diye açıklamaya başlar (chandogya Upa. III, 14):
“Bu Atman benim kalbinin derinliklerindedir ve bir pirinç veya arpa tanesi ya da hardal çekirdeği kadar küçüktür... Kalbimin derinliklerindeki bu Atman dünyadan, gökyüzünden, göklerden ve bütün dünyalardan daha büyüktür. Bütün hareketler, istekler, korkular, tatlar ondadır, kendi içini kapsayan herşeyi tutan odur; o konuşmaz, hiçbir şeyi dert etmez; bu kalbimin derinliklerindeki Atman, Brahman’dır. Bu yaşamdan.ayrıldığım zaman onunla birleşeceğim”.
Burada görüldüğü gibi, “aham brahmasmi” (ben Brahma’yım) öğretisi anlatılmaya çalışılmaktadır.
Chandogya Upa. (VI, 1’den) dan:
“Şvetaketu, Uddalaka Aruni’nin oğluydu. Babası ona dedi ki: ‘Şvetaketu kendini bir hocaya Veda öğrencisi olarak sunmalısın, çünkü evladım, bizim ailede Veda’yı öğrenmeden, sadece ismen Brahmin olmak yeterli değildir.’ Böylece 12 yaşında öğrenci oldu. 24 yaşında ise bütün Vedaları öğrenmişti. Kendini bilgili bir insan gibi kabul ederek gururla evine döndü. Babası ona dedi ki: ‘Sevgili Şvetaketu, kendini.bilgili bir insan gibi kabul edip kibirleniyorsun; söyle bana, işitilmeden duyulan, düşünülmeden düşünülen, bilinmeden bilinen öğretiyi araştırdın mı?’ ‘Saygıdeğer kişi, bu öğreti neden bahsediyor?’ ‘Evladım, bu, var olan herşeyin aynı hamurdan yapıldığını, farkın ise sadece isimlerde olduğunu anlamaktır. Bakırdan yapılmış herşey bakırdır, fark sadece isimlerdedir. Tırnak makası gibi demirden yapılmış herşey demirdendir, fark onlara verilen isimlerdedir; işte bu böyle bir öğretidir.’ ‘Şüphesiz benim değerli hocalarım bunu bilmiyordu; eğer biliyorduysalar neden bana öğretmediler? Saygıdeğer efendim, bu öğretiyi bana açıklar mısınız?’ ‘Pekiyi evladım’ dedi baba.
Oğlum, başlangıçta varolan, ikincisi olmayan Tek Varlık’tır. Şundan emin ol, bazı kimseler der ki; Başlangıçta:Varolmayan vardı; o ikincisi olmayan Tek’ti; ondan Varolan ortaya çıktı. Fakat sevgili oğlum, bu nasıl olabildi? Nasıl oldu da Varlık Yokluk’tan doğdu? Başlangıçta var olan varlıktır ve o İkincisi olmayan Teklik’tir. (Sonra ona varlığın nasıl su ve-ısının-yardımıyla doğduğunu, daha sonra ondan nasıl yiyeceğin ortaya çıktığını anlatır. Varlığın, üç elementi içine alarak, kendi dışında maddesel dünyayı yarattığını açıklar. Uyku, açlık ve susuzluk, durumunda nasıl herşeyin geri üç elemente döndüğünü (ısı, su, yiyecek) başka deyişle ateş, su, toprağa döndüğünü, bu üç elementin dönüşlerinde sadece varlıkta dinlendiklerini anlatır. Bu varlık herşeyi içine alan Atman’dır, yani bizim ruhumuzdur. Bir kimse ölse, gerçekte olduğu şeye döner, onun dışında üretildiği varlığa karışır. Bu bilgileri Tek Varlık’la insan ruhunun bir ve aynı olduğunu açıklayan bir dizi benzetme izler). ‘Sevgili oğlum, arılar farklı farklı ağaçların özsularını tek bir yerde toplarlar. Bu birliğin içinde toplanmış olan özsular ‘ben şu ağacın özsuyuyum, ben bu ağacın demezler. O halde evladım, varlıktan gelen bütün yaratıklar da ondan geldikleri bilincini unutmuşlardır. Aslan, kaplan, kurt, domuz, solucan, kuş, sinek, sivrisinek hepsi de bu Varlık’tan gelmedir. Herşeyi var eden bu aynı kaynaktır, o gerçektir, o Atman’dır, o Sensin ey Şvetaketu’. ‘Soylu efendim, beni daha fazla aydınlatın’ ‘Pekala oğlum...’
‘Şuradaki incir ağacından bana bir meyve getir;’ ‘Getirdim efendin’. ‘Onu ikiye böl’ ‘Böldüm efendim’ ‘İçinde ne görüyorsun?’ ‘Çok küçük tohumlar efendim’ ‘Onlardan birini ikiye böl’ ‘Böldüm efendim’ ‘Ne görüyorsun?’ ‘Hiçbir şey efendim’. Bunun üzerine baba dedi ki: ‘Sevgili oğlum, görmüyor musun ki o hiç dediğin şeyden şu koca incir ağacı meydana geldi, inan bana oğlum, herşeyi meydana getiren de bu aynı şeydir; o gerçektir, o Atman’dır, o sensin ey Şvetaketu’ ‘Soylu efendim, beni daha fazla aydınlatın’. ‘Pekala...’
‘Şu bir parça tuzu suya koy ve yarın sabah bana gel’ O da öyle yapar. Baba ona der ki: ‘Dün gece suya koyduğun tuzu bana ver’. Oğul, elleriyle yoklar ama tuzu bulamaz zira suda erimiştir. ‘Şimdi suyun bir yerinden tat bakalım. Nasıl tadı?’ ‘Tuzlu’. ‘Şimdi ortadan tat, nasıl?’ ‘Tuzlu’ ‘Şimdi diğer taraftan tat, nasıl tadı?’ ‘Tuzlu’ ‘Şimdi onunla birşey ye ve bana gel’ O da öyle yapar ama yediği şey de tuzludur. Sonra baba ona der ki: ‘Doğrusu oğlum, sen de bu vücutta varlığı kavrayamazsın, oysa o oradadır. Bu herşeyi oluşturan güçtür, o gerçektir, o Atman’dır, O Sensin ey Şvetaketu!’
Kaushitaki Upa. (IV’de) ve Brhadaranyaka Upa. (II,1’de) olmak üzere iki ayrı Upa.’da bilgili ve kibirli Brahman Gargya-Balaki’nin Benares kralı Acataşatru’ya Brahma bilgisini öğretişini buluruz. Ona, güneşteki, aydaki, aydınlıktaki, havadaki, rüzgardaki, ateşteki, sudaki Purusha’.yı (kişisel ruh) açıklar. Sesteki, rüyadaki, insan bedenindeki, gözdeki Brahman’ın yansımasını anlatır. Bunlardan tatmin olmayan krala başka açıklamalarda bulunur.
Yacnavalkya ile iki karısından biri olan Maitreyi arasında şöyle bir konuşma geçer (Brhadaranyaka Upa. II, 4):
Maitreyi – Efendim, söyler misiniz, acaba üzerindeki zenginlikle birlikte bu dünya benim olsa, ölümsüzlüğe kavuşur muydum?
Yacnavalkya – Hayır! Senin yaşamın da zenginlerinki gibi olurdu. Zenginlikte ölümsüzlüğe dair bir umut yoktur.
Maitreyi – Eğer ölümsüz olamayacaksam ne yapacağım? Bu konuda, efendim bana bildiklerinizi söyleyin.
Yacnavalkya – Benim için çok değerli olan sen, kıymetli sözler söylüyorsun. Gel, otur, sana açıklayacağım, sözlerime dikkat et! (Devam eder)
Bir koca onu sevdiğin için değerli değildir: Bir koca, kendini sevdiğin için değerlidir.
Bir kadın, onu sevdiğin için değerli değildir: Bir kadın, kendini sevdiğin için değerlidir.
Oğullar, onları sevdiğin için değerli değildir: Oğullar kendini sevdiğin için değerlidir.
Tanrılar, onları sevdiğin için değerli değildir: Tanrılar sen kendini sevdiğin için değerlidir.
Yaratıklar, onları sevdiğin için değerli değildir: Yaratıklar, sen kendini sevdiğin için değerlidir.
Aynı şekilde herşey sen onları sevdiğin için değil, sen kendini sevdiğin için değerlidir.
Ey Maitreyi, kendin dediğim görülür, duyulur, kavranır, gösterilir! Biz duyduğumuz, kavradığımız ve bildiğimiz zaman herşey bilinmiş olur.
Ruh göçü ve Karma kanunu ile ilgili birçok konuşma vardır. Bunlardan biri Brhad.Upa. III,2,13’den itibaren verilen konuşmadır. Burada iyi hareketlerin (Karman) sonunda iyi bir canlı, kötü hareketlerin sonunda kötü bir canlı olarak doğulacağı belirtilir. Aynı Upanishad’ın başka bir yerinde (7,2) ilginç bir söz oyunu vardır:
“Pracapati’nin oğulları olan tanrılar, insanlar ve şeytanlar babalarının yanında onun öğrencisi olarak kalırlar. Tanrılar onun yanındayken sorarlar: ‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O da onlara ‘da’ der ‘bunu anladınız mı?’ diye ekler. “Tanrılar”da anladık; siz bize damyata (kendinizi zaptedin) diyorsunuz’ diye yanıt verirler. Pracapati ‘evet, anlamışsınız’ der. insanlar ona derler ki ‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O da gene ‘da’ der. ‘Anladınız mı?’ insanlar ‘anladık, siz bize datta (ver) diyorsunuz’ derler. O da ‘evet, anlamışsınız’ diye doğrular. Şeytanlar ona derler ki ‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O gene ‘da’ der ‘anladınız rnı?’ diye ekler. Onlar da ‘anladık, siz bize dayadhvam (merhametli ol) diyorsunuz’ derler, Pracapati ‘evet, anlamışsınız’ diye konuşur, işte bu yüzden kutsal sesi olan gökgürültüsü da-da-da ettiğinde bu damyata, datta, dayadhvam anlamına gelir. O nedenle o kişi kendini tutma cömertlik ve merhameti öğrenecektir.”
Upanishadlardaki öğretiye göre en yüce amaç, Brahma ile bir olmaktır. Bu da ancak bilgisizliğin yenilmesi ile olur. Bu yüce amaca ulaşmak için, iyi olsun kötü olsun, her türlü işi bırakmak gerekir. Kurban sunmak ya da çilecilik yapmak, ancak insanın yeniden doğmasına yarar. Bilgi ise insanı bu karışıklıktan kurtararak Bir ve Gerçek Olan’a götürür. Krallar Atman ve Brahman bilgisini öğretmeleri için Brahmanlara müthiş ölçülerde hediyeler verirler; Brahmanlar da onlara karşı oldukça ölçülü davranırlardı. Zenginler de dilencilere karşı öyle olurdu. Bu bilgiye kavuşmanın yolları böyleydi; buna en iyi örnek Naçiketas öyküsüdür ki bu Katha Upa. (I,20-29) da anlatılır. Buna göre genç Naçiketas cehenneme düşer ve orada ölüm Tanrısı ondan üç dilekte bulunmasını ister. O da ilk olarak sağ sağlim babasına dönmeyi diler. Sonra cennet mutluluğunu ister. Üçüncü isteği ise bir sorunun yanıtlanmasıdır: “Bir kimse ölünce bazıları var olduğunu, bazıları yok olduğunu söyler. O kişiye ne olur?” Yama, öldükten sonra insana ne olacağı sorusunu tanrıların bile yanıtlayamadığını söyleyerek, bu isteğinden vazgeçmesini rica eder. Fakat Naçiketas ısrar eder. Yama da ona zevkleri bırakıp bilgiyi seçmesini öğütler; Atman doktrinini açıklar.
Maitrayana Upa, (I,2-4) daki bir anlatım Buddhist anlatım ve öğretim tekniğini andırır. Bu Upanishad zaten dil ve üslup bakımından Veda döneminden çok Klasik Sanskrit dönemine ve Buddhizm sonrasına
Yakındır. Upanishadlarda Brahma tek gerçektir. Bu gerçeği bilene korku ulaşamaz. Sonraki Hint edebiyatında görülen karamsarlık (pessimizm) kaynağını Upanishadlardan alır.
Alman filozofu Schopenhauer, Upanishadları “insan düşüncesinin en yüksek ürünleri ve bilgeliği” olarak niteler ve bunların “hemen hemen süper-insan kavramları” olduğunu ve “yaratıcılarının Tam insan olarak görülmesi gerektiğini” vurgular.
Upanishadlardaki mistik öğretiler, İran .Sufizmini, Neo-platoncuların mistik teozofik logos doktrinlerini, Hristiyan mistikleri Eckhart ve Tauler’i ve nihayet 19.yüzyıl Alman mistik düşünürü Arthur Schopenhauer’i derinden etkilemiştir. Bu düşünür; hocalarını sayarken Plato ve Kant’la birlikte Vedaları (burada Upanishadlar kastediliyor) sayar. Schopenhauer Sanskrit edebiyatının keşfinin “yüzyılın en büyük hediyesi” olduğunu söylemektedir. Upanishadlar için der ki: “Dünyada var olabilecek en doyurucu ve en yükseltici eser; yaşamımın tesellisi oydu, ölümümün de tesellisi o olacaktır.”
4. Upanişadlar
1.
RigVeda
2. SamaVeda
Samaveda, Hinduizmin
kutsal metinleri olan Veda'ların bir bölümüdür.
Samaveda kurban esnasında söylenan ilahileri içerir. Genel
sıraya göre dört Veda'nın içinde üçüncü
sıradadır. Yine de kutsiyet ve liturjik (ayinsel) açıdan Rigveda'dan sonra en önemli
Veda bölümüdür. Bir tür melodiler
vedası olan samaveda yüksek sesle okunur.
3.
YajurVeda
Yajurveda, Hinduizmin kutsal metinleri
olan Veda'lardan bir bölümdür.
M.Ö. 1500 - M.Ö. 500 arasında yazıldığı tahmin edilmektedir. Liturji ve özellikle kurban ayinleriyle ilgili formüller
ihtiva eder. Kurban esnasında mırıldanarak okunur.
Biçimleri ;
Yajurvedanın iki ana biçimi vardır: Şukla (beyaz) ve Krişna (siyah). Şukla
Yajuverda manzum biçimde ilahiler ihtiva ederken, Krişna Yajuverda
hem Şukla Yajuverda'daki tüm metinleri ve hem de ek olarak nesir biçiminde bir
tefsiri(ni) ihtiva eder.
4.
AtharvaVeda
Brahmanalarda
dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları anlatılır, Aranyakalarda artık
ritüelizm değil tamamen sembolik anlamlar açıklanmaya başlanır.
Aranyakalar
ve özellikle "Veda'ların sonu" (Vedanta) olan Upanişadlar (M.Ö. 800-
M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması mantralara göre çok
daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" kabul
edilir ve Hint felsefesi konusunda en önemli kaynaklardan biridir.
Samhitalardan
en değerlisi ve en eskisi olan Rig-Veda'da doğa güçlerinin kişileştirilmesi
olan Tanrılara tazim için yazılmış 1017 ilahi vardır, her ilahi 10 kadar
âyetten oluşur, bunların ayrı bir edebî vezni olduğu için yüksek sesle okunur,
anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir ve anlaşılmasının oldukça
zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın anlamına, evrenin başlangıcına
ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır:
"Önce
ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu
saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi?
Orada
mıydı, derinliklerine ulaşılamaz engin Umman? Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük
de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi bir belirti yoktu, Tek olan soluk
olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan başka da hiçbir şey yoktu.
Karanlık
vardı, her şeyi saran bir karanlık, ve her şey ayrışmamış haldeki Ummandı o
zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve var oldu.
Başlangıçta
ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler
gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını.
Belli
belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip ayırdı..." (Rig-Veda
10:129)
SamaVeda,
melodiler vedasıdır. Kurban esnasında rahipler bu ilahileri okurlar.
YajurVeda'da,
Kurban ile ilgili sözler ve dualar bulunmaktadır, bir kısmı nesir, bir kısmı da
manzum olarak yazılmıştır. Kurban esnasında alçak sesle okunur.
AtharvaVeda, dinî
ayin ve törenlerde okunan dua ve yakarışları ihtiva eder, 730 ilahiden oluşur.
Kozmik, mistik parçalar ve büyü ile ilgili dualar vardır.
Vedalardan bazı alıntılar:
“Ötelerin ötesidir, Brahman,
yücelerin yücesi. Başlangıçta yalnız O vardı. Adlar değişik, kalıplar ayrı,
cevher tek; Brahman. Ama Brahman dışında başka bir kâinat da var, benliğimiz
Atman.”
“Işıklar içinde doğarsın
Agni ( Ateş Tanrısı)
Dünyaya ışıklar saçarsın.
Göklerde, sularda, toprakta
Sen varsın”
"Hakikatten daha yüksek bir öğreti yoktur." Vedalar
Gerçeği arayış, bir olan bilgiyi arayış; kendimizi
ön plana çıkarmadan, öğretiyi ön plana çıkarır. Yeni hiçbir şey söylemiyoruz,
sadece birlikte hatırlıyoruz. Her birey kendi aydınlanmasını kendi yolunda
yaşar ama kadim ezoterik bilgelik birdir. Bu yol zor ve meşakkatlidir. Ne mutlu
zoru seçip ışığı arayanlara...
ELLORA MAĞARALARI
Hindistan’da
Maharashtra Eyaletinin kuzeyinde Aurangabad şehrine 30-40 km uzaklığında
bulunan tarihi bir miras Ellora Mağaraları. Kayalara oyulmuş eski
tapınaklardan oluşan bu mağaralar Unesco tarafından Dünya mirası olarak
tescillenmiştir. Ajanta mağaralarına çok yakındır
fakat aralarındaki farktan dolayı iki mağara kıyaslanamaz bile.Ellora’da
yalnızca resimler değil buna benzer heykel ve heykelcikler de
bulunmaktadır ek olarak tek bir tapınak değil birçok dine ait tapınakları
bünyesinde barındırmaktadır.
Kuzey-Güney
doğrultusunda oyulmuşlardır ve en baştaki mağara ile en sondaki arasında
yaklaşık 2 kilometre mesafe bulunmaktadır. Bu alanda
toplam 34 mağara bulunmaktadır bu 34 mağaranın tümü aynı dine ait değildir.
17 Hindu,12 Budist ve 5 tane de Jain tapınağı mevcuttur bu da tarihte
farklı dinlere hizmet ettiğini ortaya koymaktadır.
Mağaralarda
bulunan resimler ve heykeller gerçekten işçilik harikasıdır bu heykeller
özellikle yapılan ibadetleri ve törenleri anlatmaktadır. Birçok dine
hizmet eden bu mağaralarda ilk tapınaklar Budistler adına inşaa
edilmiştir. Kayaların içine oyulan tapınakların işçilikleri fazlasıyla
kaliteli ve günümüzde de özelliğini ve
orijinal yapısını kaybetmemiştir. Mağaraların en ortasında, ana tapınak
Kaisala bulunmaktadır. Tarihçilerin yaptığı araştırmaya göre yapım
150 yıl sürmüş ve yaklaşık 7.000-10.000 işçi bu tapınakların
yapımında görev almıştır .
Hindu
mitolojisinde Tanrı Şiva’nın evi olarak
bilinen Kaisala… Himalayalarda bir dağın ismi ve onun kutsal olduğu inancı
hakim.
Kaisala’nın
farklı olmasına neden olan şey
ise; yine kayaların etrafında oyularak oluşturulan bir avluya sahip
olmasıdır. Araştırmalar 200.000 ton kayanın çekiç ve benzeri malzemelerle
oyulması ve kazınması ile bu tapınakların meydana geldiğini ortaya
koymaktadır.
AJANTA MAĞARALARI
Hindistan’ın Maharashtra bölgesinde
Ajanta Dağlarının bazalt kayalar ile kaplı tepelerinde yer alan mağaralar
Ellora’nın 100 km kuzeydoğusunda, Aurangabad’dan 104 km ve Jalgaon Tren
İstasyonundan 52 km uzakta bulunmaktadır. Mağaralar, Sahyadri Tepelerinin
ormanlık vadisinde yer alan Deccan volkanik lavlarınca parçalara ayrılmış ve
çok güzel bir ormanlık alanda bulunmaktadır. Bu harika mağaralar, Buda’nın
hayatını resmeden oymalarla işlenmiş olup bu oymalar ve heykeller klasik Hindistan
sanatının başlangıcı olarak değerlendirilmektedir.
Ajanta’da milattan önce 200
civarında 29 mağara kazılmış, ancak bu mağaralar milattan sonra 650′de
Ellora’nın tercih edilmesi nedeniyle terk edilmiştir. Mağaraların 5′i tapınak,
24 tanesi de manastır olup, yaklaşık 200 rahip ve zanaatkâr tarafından
kullanıldığı düşünülmektedir. Ajanta Mağaraları 1819′da bir İngiliz kaplan avı
partisinde tekrar keşfedilene kadar zaman içerisinde unutulmutur. Bugün,
mağaralara tepenin ortasındaki bir
alandan uzanan yol boyunca ulaşılmaktadır, ancak her bir mağara, bir merdivenle
suya bağlanmaktadır.
Hindistan’da Bombay şehrinin kuzey doğusunda Ajanta dağlarının, bazalt kaya kütlelerinden oluşmuş tepeleri uzanır.Burada, İsa’dan önceki ve sonraki ilk
yüzyıllarda budist rahipler tarafından kayaların içerisinde oyulmuş 29 mağara bulunmuştur.
Bu mağaralar, İsa’dan
önce II. Yüzyıl ile İsa’dan sonraki VI. Yüzyıl arasında, budistler
tarafından mâbet olarak kullanılmak üzere oyulmuştur.İçerisi kum dolan ve
unutulan mağaralar bu sâyede soyguncuların ve maceracıların yağmalarından
kurtulmuştur.
Mağaralara, kayanın içerisinde
oyulmuş bir yoldan girilir. Her mağaranın içi muhteşem
kabartmalarla, yine kayadan yontulmuş muhteşem sütun ve payelerle, kubbelerle
süslenmiştir.Duvar resimleri, günlük hayattan sahneleri, savaş
sahnelerini, Buda’yı canlandırır.