Vedanta olarak Aranyakalar ve en eski Upanishadlar çeşitli Veda
okullarına aittirler. Bunlar gerçekte Brahmanaların belirli kısımlarını
oluştururlar. Kendisine Aitareya Upanishad dahil edilmiş olan Aitareya Aranyaka,
Rgveda’ya ait olan Aitareya Brahmana’ya ilişkindir. Yine Rgveda’ya ait olan
Kaushitaki Brahmana, bir parçasını Kaushitaki Upanishad’ın oluşturduğu
Kaushitaki Aranyaka ile biter. Siyah Yacurveda’ya ait olan Taittiriya Aranyaka,
Taittiriya Brahmana’nın devamından başka birşey değildir. Bu Aranyaka’nın
bitişi Taittiriya Upanishad ve Maha Narayan Upanishad olarak
biçimlendirilmiştir. Beyaz Yacurveda’ya bağlı Şatapatha Brahmana’da
XIV.kitabın. ilk-üçte biri bir Aranyaka’dır; bu kitabın sonu en büyük ve en
ünlü Upanishad olan Brhadaranyaka Upanishad’dır. İlk bölümü bir Aranyaka olan
Chandogya Upanishad, Samaveda’ya ait olan bir Brahmana’ya (olasılıkla Tandya
Maha Brahmana) aittir. Caiminiya Upanishad Brahmana diye adlandırılan eser
Caiminiya’ya (veya Samaveda’nın Talavakara okulu) ait bir Aranyaka’dır. Keza
Talavakara Upanishad denen Kena Upa. da onun
bir parçasını oluşturur.
Maha Harayana Upa. hariç, yukarıda adı geçen Upanishadlar, bu türün en
eskilerindendir. Dil ve üslup olarak Brahmanalara benzerler. Süssüz ve düzyazı
biçimlidirler. Sadece, en eskileri arasında sayılan Kena Upanishad’ın yarısı
şiirseldir. Eski ve yeni metinler bir aradadır. Brhadaranyaka ve Chandogya gibi
en-büyük.Upanishadlar birçok büyük küçük metnin, birleşip kaynaşmasıyla oluşmuştur.
Böylece aynı metinlerin birçok Upanishad’da bulunmasını da anlayabiliyoruz. En
büyük Upanishadların yazıldığı bağımsız metinlerin ait olduğu tarih, Buddha ve
Panini’den önce, Brahmanalar ve Aranyakalardan çok sonra olmayan bir tarihtir.
Bu nedenle yukarıda adları geçmiş olan 6 Upanishad, yani Aitareya,
Brhadaranyaka, Chandogya, Taittiriya, Kaushitaki ve Kena şüphesiz bu edebiyatın
ilk gelişen en eski ürünleridir. Bunlar, daha önce bahsettiğimiz Vedanta
doktrinini saf ve orijinal biçimiyle sunarlar.
Bütünüyle veya kısmen şiirsel olarak yazılmış olan bazı Upanishadlar,
olasılıkla Buddhizm öncesi bir zamana, fakat demin bahsettiklerimizden sonraki
bir döneme aittirler. Bir Aranyaka’nın bölümü olmasalar bile, bunlar da belirli
Veda okullarına ilişkindir. Bu sınıflama içine Siyah Yacurveda okuluyla ilgisi
olan Katha Upanishad’ı koyabiliriz. Keza Siyah Yacurveda metinleri arasında
sayılan Taittiriya Aranyaka’ya bir ek olarak elimize gelen Şvetaşvatara
Upanishad ile Maha Narayana Upa. da sayılabilir. Vacasaneyi Samhita’nın son
bölümü biçiminde olan kısa fakat çok değerli İşa Upanishad, Beyaz Yacurveda’ya
aittir. Yarı düzyazı yarı şiirsel olan Mundaka ve Praşna Upa.lar
Atharvaveda’ya aittirler. Bu altı Upanishad da Vedanta doktrinini içermesine
rağmen, bunlarda büyük ölçüde Samkhya ve Yoga öğretileri ile monoteistik
düşünceler de işlenmiştir.
Maitrayaniya Upa. Siyah Yacurveda okuluna atfedilir ve Buddhizm sonrası bir
devreye ait olması gerekir. Bu da, en eskileri gibi, düzyazı ile yazılmıştır;
ancak Vedik izler taşımaz. Dil, üslup ve kapsam bakımından Klasik Sanskrit
Edebiyatı içine yerleştirilebilir. Atharvaveda ile ilintili olan Mandukya
Upanishad da olasılıkla aynı zamana aittir.
Bu son saydığımız iki Upanishad önceki onikisi ile birleşerek 14 Upanishad’ı
oluşturur ki bunlar Hint felsefesi ile ilgili ilk kaynaklardır.
Bunun dışında sayıları 200’ü aşan Upanishad adıyla veya.geniş birikimler
halinde bize ulaşmış.metinler vardır ki bunlar Vedalarla, bir ikisi dışında,
pek ilgisi olmayan metinlerdir. Felsefi olmaktan .çok dinsel karakterdedirler.
Çok sonraki dönemlerin mezheplerinin ve düşünür okullarının görüş ve
doktrinlerini savunurlar. Vedalardan çok Purana ve Tantralarla ilgilidirler. Bu
yeni Upanishad Edebiyatını amaç ve kapsamlarına göre şöyle sınıflandırabiliriz:
l) Vedanta öğretilerini açıklayan metinler, 2) Yoga’yı öğreten metinler, 3)
Çileci yaşamı (Sanyasa) öven metinler, 4) Vishnu’yu öven metinler, 5) Şiva’yı
öven metinler, 6) Şaktaların ve diğer önemsiz mezheplerin Upanishadları... Bu
metinler kah düzyazı, kah düzyazı-şiir karışımı ile, kısmen de epik şlokalarla
yazılmışlardır.
Upanishad sözcüğü upa+ni+SAD (bir kimsenin yakınına oturmak, dizinin dibine
oturmak) eyleminden türetilmiştir ve bununla öğrencinin hocasının yanına
oturup, ondan gizli bilgileri alması anlatılmaya çalışılmıştır. Hintliler gizli
bilgilere “rahasyam” derlerdi. Bu nedenle “Upanishad” ve “rahasyam” sözcükleri
yanyana kullanılmıştır.
UPANISHADLARIN
TEMEL ÖĞRETİLERİ
Upanishadlarda belki de en sık tekrarlanan sözler “Evrenin Brahman, Brahman’ın
da Atman” olduğudur. Yani “Evren Tanrı, Tanrı da Sensin veya Benim”.
Upanishadlarda bu iki kavram, yani Brahman ve Atman bir arada gözükür. Şandi1ya
bu ünlü doktrini “Gerçekten bütün bu var olan herşey Brahmandır” diye
açıklamaya başlar (chandogya Upa. III, 14):
“Bu Atman benim kalbinin derinliklerindedir ve bir pirinç veya arpa tanesi ya
da hardal çekirdeği kadar küçüktür... Kalbimin derinliklerindeki bu Atman
dünyadan, gökyüzünden, göklerden ve bütün dünyalardan daha büyüktür. Bütün
hareketler, istekler, korkular, tatlar ondadır, kendi içini kapsayan herşeyi
tutan odur; o konuşmaz, hiçbir şeyi dert etmez; bu kalbimin derinliklerindeki
Atman, Brahman’dır. Bu yaşamdan.ayrıldığım zaman onunla birleşeceğim”.
Burada görüldüğü gibi, “aham brahmasmi” (ben Brahma’yım) öğretisi anlatılmaya
çalışılmaktadır.
Chandogya Upa. (VI, 1’den) dan:
“Şvetaketu, Uddalaka Aruni’nin oğluydu. Babası ona dedi ki: ‘Şvetaketu kendini
bir hocaya Veda öğrencisi olarak sunmalısın, çünkü evladım, bizim ailede
Veda’yı öğrenmeden, sadece ismen Brahmin olmak yeterli değildir.’ Böylece 12
yaşında öğrenci oldu. 24 yaşında ise bütün Vedaları öğrenmişti. Kendini bilgili
bir insan gibi kabul ederek gururla evine döndü. Babası ona dedi ki: ‘Sevgili
Şvetaketu, kendini.bilgili bir insan gibi kabul edip kibirleniyorsun; söyle
bana, işitilmeden duyulan, düşünülmeden düşünülen, bilinmeden bilinen öğretiyi
araştırdın mı?’ ‘Saygıdeğer kişi, bu öğreti neden bahsediyor?’ ‘Evladım, bu,
var olan herşeyin aynı hamurdan yapıldığını, farkın ise sadece isimlerde
olduğunu anlamaktır. Bakırdan yapılmış herşey bakırdır, fark sadece
isimlerdedir. Tırnak makası
gibi demirden yapılmış herşey demirdendir, fark onlara verilen isimlerdedir;
işte bu böyle bir öğretidir.’ ‘Şüphesiz benim değerli hocalarım bunu
bilmiyordu; eğer biliyorduysalar neden bana öğretmediler? Saygıdeğer efendim,
bu öğretiyi bana açıklar mısınız?’ ‘Pekiyi evladım’ dedi baba.
Oğlum, başlangıçta varolan, ikincisi olmayan Tek Varlık’tır. Şundan emin ol,
bazı kimseler der ki; Başlangıçta:Varolmayan vardı; o ikincisi olmayan Tek’ti;
ondan Varolan ortaya çıktı. Fakat sevgili oğlum, bu nasıl olabildi? Nasıl oldu
da Varlık Yokluk’tan doğdu? Başlangıçta var olan varlıktır ve o İkincisi
olmayan Teklik’tir. (Sonra ona varlığın nasıl su ve-ısının-yardımıyla
doğduğunu, daha sonra ondan nasıl yiyeceğin ortaya çıktığını anlatır. Varlığın,
üç elementi içine alarak, kendi dışında maddesel dünyayı yarattığını açıklar.
Uyku, açlık ve susuzluk, durumunda nasıl herşeyin geri üç elemente döndüğünü
(ısı, su, yiyecek) başka deyişle ateş, su, toprağa döndüğünü, bu üç elementin
dönüşlerinde sadece varlıkta dinlendiklerini anlatır. Bu varlık herşeyi içine
alan Atman’dır, yani bizim ruhumuzdur. Bir kimse ölse, gerçekte olduğu şeye
döner, onun dışında üretildiği varlığa karışır. Bu bilgileri Tek Varlık’la
insan ruhunun bir ve aynı olduğunu açıklayan bir dizi benzetme izler). ‘Sevgili
oğlum, arılar farklı farklı ağaçların özsularını tek bir yerde toplarlar. Bu
birliğin içinde toplanmış olan özsular ‘ben şu ağacın özsuyuyum, ben bu ağacın
demezler. O halde evladım, varlıktan gelen bütün yaratıklar da ondan geldikleri
bilincini unutmuşlardır. Aslan, kaplan, kurt, domuz, solucan, kuş, sinek,
sivrisinek hepsi de bu Varlık’tan gelmedir. Herşeyi var eden bu aynı kaynaktır,
o gerçektir, o Atman’dır, o Sensin ey Şvetaketu’. ‘Soylu efendim, beni daha
fazla aydınlatın’ ‘Pekala oğlum...’
‘Şuradaki incir ağacından bana bir meyve getir;’ ‘Getirdim efendin’. ‘Onu ikiye
böl’ ‘Böldüm efendim’ ‘İçinde ne görüyorsun?’ ‘Çok küçük tohumlar efendim’
‘Onlardan birini ikiye böl’ ‘Böldüm efendim’ ‘Ne görüyorsun?’ ‘Hiçbir şey
efendim’. Bunun üzerine baba dedi ki: ‘Sevgili oğlum, görmüyor musun ki o hiç
dediğin şeyden şu koca incir ağacı meydana geldi, inan bana oğlum, herşeyi
meydana getiren de bu aynı şeydir; o gerçektir, o Atman’dır, o sensin ey
Şvetaketu’ ‘Soylu efendim, beni daha fazla aydınlatın’. ‘Pekala...’
‘Şu bir parça tuzu suya koy ve yarın sabah bana gel’ O da öyle yapar. Baba ona
der ki: ‘Dün gece suya koyduğun tuzu bana ver’. Oğul, elleriyle yoklar ama tuzu
bulamaz zira suda erimiştir. ‘Şimdi suyun bir yerinden tat bakalım. Nasıl
tadı?’ ‘Tuzlu’. ‘Şimdi ortadan tat, nasıl?’ ‘Tuzlu’ ‘Şimdi diğer taraftan tat,
nasıl tadı?’ ‘Tuzlu’ ‘Şimdi onunla birşey ye ve bana gel’ O da öyle yapar ama
yediği şey de tuzludur. Sonra baba ona der ki: ‘Doğrusu oğlum, sen de bu
vücutta varlığı kavrayamazsın, oysa o oradadır. Bu herşeyi oluşturan güçtür, o
gerçektir, o Atman’dır, O Sensin ey Şvetaketu!’
Kaushitaki Upa. (IV’de) ve Brhadaranyaka Upa. (II,1’de) olmak üzere iki ayrı
Upa.’da bilgili ve kibirli Brahman Gargya-Balaki’nin Benares kralı
Acataşatru’ya Brahma bilgisini öğretişini buluruz. Ona, güneşteki, aydaki,
aydınlıktaki, havadaki, rüzgardaki, ateşteki, sudaki Purusha’.yı (kişisel ruh)
açıklar. Sesteki, rüyadaki, insan bedenindeki, gözdeki Brahman’ın yansımasını
anlatır. Bunlardan tatmin olmayan krala başka açıklamalarda bulunur.
Yacnavalkya ile iki karısından biri olan Maitreyi arasında şöyle bir konuşma
geçer (Brhadaranyaka Upa. II, 4):
Maitreyi – Efendim, söyler misiniz, acaba üzerindeki zenginlikle birlikte bu
dünya benim olsa, ölümsüzlüğe kavuşur muydum?
Yacnavalkya – Hayır! Senin yaşamın da zenginlerinki gibi olurdu. Zenginlikte
ölümsüzlüğe dair bir umut yoktur.
Maitreyi – Eğer ölümsüz olamayacaksam ne yapacağım? Bu konuda, efendim bana
bildiklerinizi söyleyin.
Yacnavalkya – Benim için çok değerli olan sen, kıymetli sözler söylüyorsun.
Gel, otur, sana açıklayacağım, sözlerime dikkat et! (Devam eder)
Bir koca onu sevdiğin için değerli değildir: Bir koca, kendini sevdiğin için
değerlidir.
Bir kadın, onu sevdiğin için değerli değildir: Bir kadın, kendini sevdiğin için
değerlidir.
Oğullar, onları sevdiğin için değerli değildir: Oğullar kendini sevdiğin için
değerlidir.
Tanrılar, onları sevdiğin için değerli değildir: Tanrılar sen kendini sevdiğin
için değerlidir.
Yaratıklar, onları sevdiğin için değerli değildir: Yaratıklar, sen kendini
sevdiğin için değerlidir.
Aynı şekilde herşey sen onları sevdiğin için değil, sen kendini sevdiğin için
değerlidir.
Ey Maitreyi, kendin dediğim görülür, duyulur, kavranır, gösterilir! Biz
duyduğumuz, kavradığımız ve bildiğimiz zaman herşey bilinmiş olur.
Ruh göçü ve Karma kanunu ile ilgili birçok konuşma vardır. Bunlardan biri
Brhad.Upa. III,2,13’den itibaren verilen konuşmadır. Burada iyi hareketlerin
(Karman) sonunda iyi bir canlı, kötü hareketlerin sonunda kötü bir canlı olarak
doğulacağı belirtilir. Aynı Upanishad’ın başka bir yerinde (7,2) ilginç bir söz
oyunu vardır:
“Pracapati’nin oğulları olan tanrılar, insanlar ve şeytanlar babalarının
yanında onun öğrencisi olarak kalırlar. Tanrılar onun yanındayken sorarlar:
‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O da onlara ‘da’ der ‘bunu anladınız mı?’
diye ekler. “Tanrılar”da anladık; siz bize damyata (kendinizi zaptedin)
diyorsunuz’ diye yanıt verirler. Pracapati ‘evet, anlamışsınız’ der. insanlar
ona derler ki ‘Efendimiz, bize birşey söyleyin’ O da gene ‘da’ der. ‘Anladınız
mı?’ insanlar ‘anladık, siz bize datta (ver) diyorsunuz’ derler. O da ‘evet,
anlamışsınız’ diye doğrular. Şeytanlar ona derler ki ‘Efendimiz, bize birşey
söyleyin’ O gene ‘da’ der ‘anladınız rnı?’ diye ekler. Onlar da ‘anladık, siz
bize dayadhvam (merhametli ol) diyorsunuz’ derler, Pracapati ‘evet, anlamışsınız’
diye konuşur, işte bu yüzden kutsal sesi olan gökgürültüsü da-da-da ettiğinde
bu damyata, datta, dayadhvam anlamına gelir. O nedenle o kişi kendini tutma
cömertlik ve merhameti öğrenecektir.”
Upanishadlardaki öğretiye göre en yüce amaç, Brahma ile bir olmaktır. Bu da
ancak bilgisizliğin yenilmesi ile olur. Bu yüce amaca ulaşmak için, iyi olsun
kötü olsun, her türlü işi bırakmak gerekir. Kurban sunmak ya da çilecilik
yapmak, ancak insanın yeniden doğmasına yarar. Bilgi ise insanı bu karışıklıktan
kurtararak Bir ve Gerçek Olan’a götürür. Krallar Atman ve Brahman bilgisini
öğretmeleri için Brahmanlara müthiş ölçülerde hediyeler verirler; Brahmanlar da
onlara karşı oldukça ölçülü davranırlardı. Zenginler de dilencilere karşı öyle
olurdu. Bu bilgiye kavuşmanın yolları böyleydi; buna en iyi örnek Naçiketas
öyküsüdür ki bu Katha Upa. (I,20-29) da anlatılır. Buna göre genç Naçiketas
cehenneme düşer ve orada ölüm Tanrısı ondan üç dilekte bulunmasını ister. O da
ilk olarak sağ sağlim babasına dönmeyi diler. Sonra cennet mutluluğunu ister.
Üçüncü isteği ise bir sorunun yanıtlanmasıdır: “Bir kimse ölünce bazıları var
olduğunu, bazıları yok olduğunu söyler. O kişiye ne olur?” Yama, öldükten sonra
insana ne olacağı sorusunu tanrıların bile yanıtlayamadığını söyleyerek, bu
isteğinden vazgeçmesini rica eder. Fakat Naçiketas ısrar eder. Yama da ona
zevkleri bırakıp bilgiyi seçmesini öğütler; Atman doktrinini açıklar.
Maitrayana Upa, (I,2-4) daki bir anlatım Buddhist anlatım ve öğretim tekniğini
andırır. Bu Upanishad zaten dil ve üslup bakımından Veda döneminden çok Klasik
Sanskrit dönemine ve Buddhizm sonrasına
Yakındır. Upanishadlarda Brahma tek gerçektir. Bu gerçeği bilene korku
ulaşamaz. Sonraki Hint edebiyatında görülen karamsarlık (pessimizm) kaynağını
Upanishadlardan alır.
Alman filozofu Schopenhauer, Upanishadları “insan düşüncesinin en yüksek
ürünleri ve bilgeliği” olarak niteler ve bunların “hemen hemen süper-insan
kavramları” olduğunu ve “yaratıcılarının Tam insan olarak görülmesi
gerektiğini” vurgular.
Upanishadlardaki mistik öğretiler, İran .Sufizmini, Neo-platoncuların mistik
teozofik logos doktrinlerini, Hristiyan mistikleri Eckhart ve Tauler’i ve
nihayet 19.yüzyıl Alman mistik düşünürü Arthur Schopenhauer’i derinden
etkilemiştir. Bu düşünür; hocalarını sayarken Plato ve Kant’la birlikte
Vedaları (burada Upanishadlar kastediliyor) sayar. Schopenhauer Sanskrit
edebiyatının keşfinin “yüzyılın en büyük hediyesi” olduğunu söylemektedir.
Upanishadlar için der ki: “Dünyada var olabilecek en doyurucu ve en yükseltici
eser; yaşamımın tesellisi oydu, ölümümün de tesellisi o olacaktır.”
Samhita'lar
genelde mantralardan oluşur ve 4 bölüme ayrılır:
Rigveda, Hinduizmin kutsal metinleri
olan Veda'ların bir bölümüdür.Veda'ların ilk bölümü olan Rigveda, aynı
zamanda en eski ve en önemli bölümdür. 1028 ilahi içeren Rigveda
tanrılara şükür ve saygı için yazılmış on kitaptan oluşur.Rigveda dünyanın en
eski kutsal metnidir.
2. SamaVeda
Samaveda kurban esnasında söylenan ilahileri içerir. Genel
sıraya göre dört Veda'nın içinde üçüncü
sıradadır. Yine de kutsiyet ve liturjik (ayinsel) açıdan Rigveda'dan sonra en önemli
Veda bölümüdür. Bir tür melodiler
vedası olan samaveda yüksek sesle okunur.
Yajurveda, Hinduizmin kutsal metinleri
olan Veda'lardan bir bölümdür.
M.Ö. 1500 - M.Ö. 500 arasında yazıldığı tahmin edilmektedir. Liturji ve özellikle kurban ayinleriyle ilgili formüller
ihtiva eder. Kurban esnasında mırıldanarak okunur.
Biçimleri ;
Yajurvedanın iki ana biçimi vardır: Şukla (beyaz) ve Krişna (siyah). Şukla
Yajuverda manzum biçimde ilahiler ihtiva ederken, Krişna Yajuverda
hem Şukla Yajuverda'daki tüm metinleri ve hem de ek olarak nesir biçiminde bir
tefsiri(ni) ihtiva eder.
Atharvaveda Hinduizmin kutsal metinleri
olan Veda'lardan bir bölümdür.Veda'ların dördüncü ve son bölümü olan
Atharvaveda evren ile ilgili dualar içerir. Bunun dışında büyü ile ilgili
dualarda içerir. Cainistler ve budistler
Atharvaveda'ya diğer Veda'lara oranlara daha
önyargılı ve düşmanca yaklaşırlar.
Ayrıca Atharvaveda felsefi açıdan önemli bir metindir. Aryan felsefi düşüncesine büyük katkıları
olmuştur. Bunun dışında tıbbi bilgiler de içerir.
Brahmanalarda
dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları anlatılır, Aranyakalarda artık
ritüelizm değil tamamen sembolik anlamlar açıklanmaya başlanır.
Aranyakalar
ve özellikle "Veda'ların sonu" (Vedanta) olan Upanişadlar (M.Ö. 800-
M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması mantralara göre çok
daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" kabul
edilir ve Hint felsefesi konusunda en önemli kaynaklardan biridir.
Samhitalardan
en değerlisi ve en eskisi olan Rig-Veda'da doğa güçlerinin kişileştirilmesi
olan Tanrılara tazim için yazılmış 1017 ilahi vardır, her ilahi 10 kadar
âyetten oluşur, bunların ayrı bir edebî vezni olduğu için yüksek sesle okunur,
anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir ve anlaşılmasının oldukça
zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın anlamına, evrenin başlangıcına
ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır:
"Önce
ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu
saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi?
Orada
mıydı, derinliklerine ulaşılamaz engin Umman? Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük
de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi bir belirti yoktu, Tek olan soluk
olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan başka da hiçbir şey yoktu.
Karanlık
vardı, her şeyi saran bir karanlık, ve her şey ayrışmamış haldeki Ummandı o
zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve var oldu.
Başlangıçta
ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler
gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını.
Belli
belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip ayırdı..." (Rig-Veda
10:129)
SamaVeda,
melodiler vedasıdır. Kurban esnasında rahipler bu ilahileri okurlar.
YajurVeda'da,
Kurban ile ilgili sözler ve dualar bulunmaktadır, bir kısmı nesir, bir kısmı da
manzum olarak yazılmıştır. Kurban esnasında alçak sesle okunur.
AtharvaVeda, dinî
ayin ve törenlerde okunan dua ve yakarışları ihtiva eder, 730 ilahiden oluşur.
Kozmik, mistik parçalar ve büyü ile ilgili dualar vardır.
Vedalardan bazı alıntılar:
“Ötelerin ötesidir, Brahman,
yücelerin yücesi. Başlangıçta yalnız O vardı. Adlar değişik, kalıplar ayrı,
cevher tek; Brahman. Ama Brahman dışında başka bir kâinat da var, benliğimiz
Atman.”
“Işıklar içinde doğarsın
Agni ( Ateş Tanrısı)
Dünyaya ışıklar saçarsın.
Göklerde, sularda, toprakta
Sen varsın”
"Hakikatten daha yüksek bir öğreti yoktur." Vedalar
Gerçeği arayış, bir olan bilgiyi arayış; kendimizi
ön plana çıkarmadan, öğretiyi ön plana çıkarır. Yeni hiçbir şey söylemiyoruz,
sadece birlikte hatırlıyoruz. Her birey kendi aydınlanmasını kendi yolunda
yaşar ama kadim ezoterik bilgelik birdir. Bu yol zor ve meşakkatlidir. Ne mutlu
zoru seçip ışığı arayanlara...
ELLORA MAĞARALARI
Hindistan’da
Maharashtra Eyaletinin kuzeyinde Aurangabad şehrine 30-40 km uzaklığında
bulunan tarihi bir miras Ellora Mağaraları. Kayalara oyulmuş eski
tapınaklardan oluşan bu mağaralar Unesco tarafından Dünya mirası olarak
tescillenmiştir. Ajanta mağaralarına çok yakındır
fakat aralarındaki farktan dolayı iki mağara kıyaslanamaz bile.Ellora’da
yalnızca resimler değil buna benzer heykel ve heykelcikler de
bulunmaktadır ek olarak tek bir tapınak değil birçok dine ait tapınakları
bünyesinde barındırmaktadır.
Kuzey-Güney
doğrultusunda oyulmuşlardır ve en baştaki mağara ile en sondaki arasında
yaklaşık 2 kilometre mesafe bulunmaktadır. Bu alanda
toplam 34 mağara bulunmaktadır bu 34 mağaranın tümü aynı dine ait değildir.
17 Hindu,12 Budist ve 5 tane de Jain tapınağı mevcuttur bu da tarihte
farklı dinlere hizmet ettiğini ortaya koymaktadır.
Mağaralarda
bulunan resimler ve heykeller gerçekten işçilik harikasıdır bu heykeller
özellikle yapılan ibadetleri ve törenleri anlatmaktadır. Birçok dine
hizmet eden bu mağaralarda ilk tapınaklar Budistler adına inşaa
edilmiştir. Kayaların içine oyulan tapınakların işçilikleri fazlasıyla
kaliteli ve günümüzde de özelliğini ve
orijinal yapısını kaybetmemiştir. Mağaraların en ortasında, ana tapınak
Kaisala bulunmaktadır. Tarihçilerin yaptığı araştırmaya göre yapım
150 yıl sürmüş ve yaklaşık 7.000-10.000 işçi bu tapınakların
yapımında görev almıştır.
Hindu
mitolojisinde Tanrı Şiva’nın evi olarak
bilinen Kaisala… Himalayalarda bir dağın ismi ve onun kutsal olduğu inancı
hakim.
Kaisala’nın
farklı olmasına neden olan şey
ise; yine kayaların etrafında oyularak oluşturulan bir avluya sahip
olmasıdır. Araştırmalar 200.000 ton kayanın çekiç ve benzeri malzemelerle
oyulması ve kazınması ile bu tapınakların meydana geldiğini ortaya
koymaktadır.
AJANTA MAĞARALARI
Hindistan’ın Maharashtra bölgesinde
Ajanta Dağlarının bazalt kayalar ile kaplı tepelerinde yer alan mağaralar
Ellora’nın 100 km kuzeydoğusunda, Aurangabad’dan 104 km ve Jalgaon Tren
İstasyonundan 52 km uzakta bulunmaktadır. Mağaralar, Sahyadri Tepelerinin
ormanlık vadisinde yer alan Deccan volkanik lavlarınca parçalara ayrılmış ve
çok güzel bir ormanlık alanda bulunmaktadır. Bu harika mağaralar, Buda’nın
hayatını resmeden oymalarla işlenmiş olup bu oymalar ve heykeller klasik Hindistan
sanatının başlangıcı olarak değerlendirilmektedir.
Ajanta’da milattan önce 200
civarında 29 mağara kazılmış, ancak bu mağaralar milattan sonra 650′de
Ellora’nın tercih edilmesi nedeniyle terk edilmiştir. Mağaraların 5′i tapınak,
24 tanesi de manastır olup, yaklaşık 200 rahip ve zanaatkâr tarafından
kullanıldığı düşünülmektedir. Ajanta Mağaraları 1819′da bir İngiliz kaplan avı
partisinde tekrar keşfedilene kadar zaman içerisinde unutulmutur. Bugün,
mağaralara tepenin ortasındaki bir
alandan uzanan yol boyunca ulaşılmaktadır, ancak her bir mağara, bir merdivenle
suya bağlanmaktadır.
Hindistan’da Bombay şehrinin kuzey doğusunda Ajanta dağlarının, bazalt kaya kütlelerinden oluşmuş tepeleri uzanır.Burada, İsa’dan önceki ve sonraki ilk
yüzyıllarda budist rahipler tarafından kayaların içerisinde oyulmuş 29 mağara bulunmuştur.
Bu mağaralar, İsa’dan
önce II. Yüzyıl ile İsa’dan sonraki VI. Yüzyıl arasında, budistler
tarafından mâbet olarak kullanılmak üzere oyulmuştur.İçerisi kum dolan ve
unutulan mağaralar bu sâyede soyguncuların ve maceracıların yağmalarından
kurtulmuştur.
Mağaralara, kayanın içerisinde
oyulmuş bir yoldan girilir. Her mağaranın içi muhteşem
kabartmalarla, yine kayadan yontulmuş muhteşem sütun ve payelerle, kubbelerle
süslenmiştir.Duvar resimleri, günlük hayattan sahneleri, savaş
sahnelerini, Buda’yı canlandırır.