22 Ekim 2013 Salı


MISIR SANATI

 

Zamandizinsel olarak bakıldığında, Nil vadisinde sanat adına olup bitenler, eski Mısır uygarlığını öne çıkarır. O dönem dünyasının en güçlü iktidarı ve merkezi yönetimi, Nil'in suladığı bereketli topraklarda yaşamıştır.
Mısır sanatının günümüzdeki sembolü olan piramitler, Eski İmparatorluk döneminde inşa edilmiştir. M.Ö. 2600'lü yıllarda görülmeye başlayan piramitleri, 5 ve 4. bin yıllarını kapsayan Negade I ve Negade II dönemleri öncelemiştir.
Büyük mezar mimarisinin düşünsel kökenleri tartışmalıdır. Piramitlerin sadece mezar işlevi gördüğü konusunda görüşler bulunmaktadır. Bu mezarlar megalit mezarların ya da daha önceki prehistorik mezar tiplerinin görevini yaptığı öne sürülmüştür. Yine de piramitlerin, kendinden sonrakilerde olduğu gibi, dini inançların mimariye yansımasının tipik örnekleri olarak görebiliriz.
Mısır rölyef sanatı, 4. sülale zamanında, prenslerin ve asillerin mastabaları içinde bulunan tapınak hücrelerinde doğmuştur. 5. Sülale zamanında önde gelenlerin yaşamlarını betimleyen zengin rölyef serileri gerçekleştirilmiştir.

Orta imparatorluk döneminde, dikilitaş dediğimiz obeliskler mimari öğe olarak görülmeye başlar. Bu dönemde piramitler sembolik mimari uygulamalar haline gelir.
Birkaç not daha:

  • Geometrik düzenlilikle, keskin doğa gözlemlerinin kaynaşımı, tüm Mısır sanatının özelliğidir.
  • Mısır sanatı, sanatçının belirli bir anda görebileceği şeye değil, belirli bir kişiye veya yere ait olduğunu bildiği şeye dayanıyordu.
  • Mısır üslubu, her sanatçının erginlik çağından itibaren öğrenmesi gereken, çok sıkı bir yasalar topluluğundan oluşuyordu.
  • Mısır sanatı, üç bin yıldan uzun süren bir zaman içinde, çok az değişmiştir.
 
 
 
Mısır Sanatı çeşitli ara dönemlere rağmen en az 3000 yıllık süreklilik gösterir. Tarihçi Manetho’ya göre Mısır tarihinde 30 hanedan yaşamış ve M.Ö. 3200- M.S 640 yıllarında bu süreç kesintisiz sürmüştür. 6000’lere ait heykel buluntularında bu üslubun izleri görülür.
Mısır’ın tarihsel sürecini şöyle sıralayabiliriz:
  • M.Ö. 5000 N. T vadisinde ilk yerleşmeler görülür. (Tarım ve hayvancılık)
  • M.Ö. 3200 - 2780 I. ve II. Sülaleler Dönemi
  • M.Ö. 3200 Kuzey ve güney Mısır’ın birleşmesi (Firavun Menes)
    • M.Ö. 2780 - 2100 Eski Krallık- III. ve IV. Sülaleler
    ·  Bu dönemde kanunlar yapılır, dini tören şekilleri kesinleşir. Gelişmiş yazı sistemi ve mimarinin ilk büyük örnekleri ortaya çıkar.
    ·  M.Ö. 2100 - 1700 Orta Krallık- XIV. – XV. Sülaleler
    • Mısır’ın en parlak dönemidir. Mısır dışına uzak seferler yapılır.
    ·  M.Ö. 1785 - 1580 Ara Dönem- Hiksos D. - XIV. – XVI. Sülaleler
    • Hiksoslar- Çoban Krallar Dönemi
    • Mısır’da Asya’lı göçebelerin hakimiyeti
    • At ve tekerlekli aracın Mısır’da yaygın kullanımı
    ·  M.Ö 1555 - 712 - Yeni Krallık – XVIII. - XIX. Sülaleler
    • IV. Amenofis (Tek tanrıya inandı)
    • II. Ramses
    • Kadeş antlaşması
    • Deniz Halklarının istilası
    ·  M.Ö. 712 - 525 - Son Devir - XXV - XXVI. Sülaleler
    ·  M.Ö. 525 - M. S. 638 Yabancı Egemenliği - XXVII - XXX Sülaleler
    ·  M.Ö 525 - 332 - Pers egemenliği
    ·  M.Ö 332 - Mısır'da B. İskender dönemi, ptolemaios'lar
    ·  M.Ö 30 - M. S. 395 - Roma egemenliği
    ·  M.S. 638 - Bizans egemenliği

    Mısır araştırmaları doğrudan Napolyon'un Mısır seferiyle ilgilidir. Mısır üzerinden Suriye'ye geçen Napolyon'un yanında 175 bilim adamı vardı. Fransa'ya götürülen eserler ve hiyeroglifin Champollion tarafından çözülmesiyle araştırmalar gelişmiştir.
    Mısır sanatı dine bağlıdır. Mısır kültürünün ürünleri ölüm ve hayat kavramlarının diyalogundan doğmuştur. Mimariyi ve bütün sanatları inanç sistemine bağlayan düşünce, sonsuzluk, ölümsüzlük kavramlarına dayanıklılığı da ekleyerek geometrik bir anlatımla karşımıza çıkar.
    Frontaliteyi esas alır. Mimari, kabartma, duvar resmi ve hiyereoglifte bu kavramlar gözle görülür durumdadır.
    Mısır mimarisinden günümüze gelebilenler tapınak ve mezar anıtlarıdır. Mısır' da ebedilik düşüncesi esas alındığından, ruhun geri döndüğünde bedenine kavuşabilmesi için bedenin iyi korunması gerekiyordu. Bu yüzden ölüler mumyalanıyor, değerli eşya ve hizmetkarlarla birlikte mezar odalarında saklanıyordu.


    Mastabalar
    Mısır'da bildiğimiz dev anıtlar (piramitler)'den önce mastaba denilen mezar yapıları kullanılmıştır. Üç bölümden oluşan bu mezar tipinde, dua yeri. ziyaret mekanı ve yeraltında cesedin bulunduğu mahzen vardır. Bu mezarların büyütülmesi ile piramitler ortaya çıkmıştır.
     
 
    Piramitler
    Firavunun mezarını korumak üzere taşlarla örülmüş kapalı hacimlerdir. Denge ve dayanıklığı açıkça görülmektedir. Eski Krallık Döneminde Kral Coser'in Sakkara'da yaptırdığı "Basamaklı Piramit1 Mısır'ın ilk anıtsal eseridir. Gize'deki "Keops, Kefren, Mikerinos Piramitleri" en bilinenleridir.
    Piramitler - Özellikle Keops - dünyanın 7 Harikası'ndan biridir. Çok sayıda piramit vardır. Bunların birer mezar anıtı oldukları öteden beri bilinmektedir. Ayrıca bu piramitlerin asıronomi araştırmaları için kullanıldıkları da düşünülmektedir. Bir görüşe göre de, piramit formu Tann'ya ulaşmak için merdiven vazifesi görmekteydi.
    Eski İmparatorluktan sonra çok külfetli olan piramit sistemi terkedildi. Mezarlar gitgide yeraltında kazılmaya başlandı, yerüstü tesislerinden vazgeçildi. Yeni İmparatorluk firavunları, yalnızca giriş yeri bir mezarlık eseriyle belirlenmiş olar "Krallık Vadisi"nde toplandı.
    Mısır mezar anıtları Piramitler, mastabalar, hipoje (halk mezarları) ve kaya mezarları şeklinde gruplandırmak mümkün olmaktadır.
     
 
 
Tapınaklar
Harç kullanılmadan kendi ağırlıklanyla üstüste konulan, yontulmuş taş bloklardan oluşmaktadırlar. Dış görünümleri sade, iç ve dışı son derece simetrik yapılardır. En ünlüleri Luxor ve Karnak’taki tapınaklardır. Basit planlı, oldukça büyük yapılardır. Sfenksler ve tanrı heykelleriyle süslü bir yoldan tapınağa girilir. İçerde sütunlar bulunur. Bu sütunlar yukanya doğru incelerek yükseklik etkisi verir.
Sütun başları kapalı veya açık papirüs ve lotus çiçeği formundadır. Bazı sütun gövdeleri kabartmalarla süslenmiştir. Bombeli görünümdedir.
“Büyük Sfenks” diye bilinen “Gize Sfenksi”, Kefren tarafından yaptırılmıştır. Aslan vücutlu bir firavun başıdır. Kuvvet, dayanıklılık ve doğallığı kolosal ölçülerde gösteren bu eser Antik çağdan günümüze kalmış en devasa heykeldir. (20 m. yüksekliktedir.)
 


 

Obeliskler
Tepesi piramit şeklinde sivriltilmiş, 4 yüzlü dikili taşlardır. Firavun mezarlarının ve tapınakların önünde yer alırlar. Üzerlerindeki hiyeroglif metinlerde o tapınağı kimin yaptırdığı veya hangi tanrı adına yaptırıldığı yazılıdır. Ayrıca, kralın gücünü, tahta çıkışını v.b anlatırlar. Obeliskler tarih boyunca Mısır dışına taşınmışlardır. (St. Peter Meydanı, Paris, Newyork, Londra, İstanbul)
(İstanbul Obeliski Bizans - I.Teodosius - döneminde 390 yılında Sultanahmet Hipodrom'a dikilmiştir.)
Bugün Mısır'da ancak 5 obelisk kalmıştır.



 

 
Mısır Plastik Sanatları
Resim, heykel ve kabartma mimari ile tam bir uyum içindedir. Kabartma ve heykeller tek bir kurala bağlı yapılmış gibidir. Frontal duruş esastır.



 

Heykel
Kesin ve kalıcı etkisi, geometrik katılığı olan Mısır heykeli özünü koruyan, ilkel görünüşü olmayan formel bir yapıdadır. O görünüşten çok, gelenekten yola çıkar.
Mısırlılar iklimden dolayı yarı çıplak gezmelerinin de etkisiyle kumaş gerçeğinden sıyrılmışlardır. Yunan heykelinin kıvrımlı, drapeli, vücudu saran kumaşlarına Mısır heykelinde rastlanmaz. Kumaş vücuda yapışmıştır. Tam çıplak heykel çok azdır. Figürler hareketsiz ve durgundur.
Eski Krallık Dönemi'nde belirli kalıplar görülür. Krallar ayakta veya oturur vaziyette tasvir edilir.


  • Ayakta, dimdik durmakta, baş öne doğru bakmaktadır.
  • Vücudun ağırlığı iki bacağa eşit yüklenmektedir.
  • Heykelin ortasından geçen dikey bir plan heykeli iki eşit kısma ayırır. Buna "frontal duruş" denir.
  • Sol ayak bir adım öne atılmıştır fakat her iki taban da yere basmaktadır.
  • Kollar vücuda yapışık vaziyette iki yana sarkarlar, bazen sağ el yukarı kıvrılarak sembol-nesne tutar.
  • Eller yumruk şeklindedir.


Oturan heykelde ise, figür masif bir taş blok şeklinde koltukla kaynaşmış durumdadır.

  • Baş, omuzlar üzerinde dikey bir şekilde durup dosdoğru öne bakmaktadır.
  • Eller, dizlerin üstünde, sağ el yumruk şeklindedir. Sol el düz gösterilmiştir.

Bazen bir elin göğüs üstüne konduğu görülür.

  • Bacaklar paralel durumda, iki taban da yere basmaktadır.
  • Adale ve yüz ifadesi görülmez.

Malzeme olarak dayanıklı ve sert granit seçilmiştir. Halk tabakasından kişilerin heykellerinde günlük yaşamdan hareketleri (yatar, bağdaş kurar v.b.) tahtaya işlenmiştir.
Orta Krallık Dönemi'nde ciddi ve ağır ifadeli heykeller artar. Kişisel yüz ifadeleri ve anatomik yorumu görülür.
Yeni Krallık’ ta modellerde bir yumuşama vardır. Ayrıntılı işçilik, farklı üsluplar ortaya çıkar. Çeşitli insan portreleri görülür. Bu dönemin en güzel eseri "Nefertiti"nin büstüdür.
Mısır heykelinin anıtsal örnekleri II. Ramses dönemine ait olan “Abu Simbel Tapınağı” cephelerinde görülür. Burada 30 m. yüksekliğinde 4 büyük heykel bulunmaktadır.
Mısır heykeli Ege - Akdeniz'den çok farklı olmakla birlikte Yunan heykelinin ilk dönemine etki etmiştir.




Kabartma
Teknik bakımdan iki gruba ayrılırlar: Kontur hatlar ve iç ayrıntıları derin çizgilerle gösterilmiş resimler, yahut, figürlerin etrafı oyularak ve derinleşmek suretiyle meydana getirilen alçak - yüksek kabartmalar.
Bu panolarda konular çeşitlidir ve heykele göre biraz daha serbesttir.
  • Perspektif yoktur. Figürler birbirlerini olabildiğince kesmeden yüzeye yayılmışlardır.
  • Tanrı veya firavun daha büyük çizilir.
  • Baş, göğüs, karın, kol ve ayak, bacaklar profilden, gözler ve omuzlar cepheden gösterilir. Böylece kolların bedene nasıl bağlandığı görülür, aynı nedenle bacaklar da yandan gösterilmiştir.
 
    Resim
    • Fresk tekniğiyle yapılmışlardır. Duvar yüzeyinde çizgi ve renk kullanılmıştır. Konu serbesttir, güncele daha yakındır.
    • Derinlik perspektifi yoktur. Uzaktaki figürler resmin üst kısmına yerleştirilir.
    • Figürler, adeta insanı olduğu yerde döndürerek çizmiş gibi en avantajlı görünüşleriyle ele alınır.
    Dine dayalı olan Mısır sanatı, ölümsüzlüğü, dayanıklılığı, frontaliteyi esas alarak, bunu mimarlık ve plastik sanatlarında binlerce yol hemen hiç değişiliğe uğratmadan uygulamıştır. Günümüz için de "eski" değil, "eskimeyen" bir üslup olarak karşımızdadır.


     

ZİGGURATLAR

Ziggurat Mezapotamya'ya özgü bir terimdir. Tanrıdağı anlamındadır. İlkçağda Sümerler, Keldanlılar, Babiller ve Asurlular tarafından yapılan, tabandan başlayarak tepeye doğru kat kat yükselen giderek küçülen teraslardan oluşan, zirvesinde bir tapınak bulunan ve yanlarında bir merdiven sistemi yer alan kademeli bir kuledir. Üzeri açık ve dört köşelidirler.
 
Bu yapılar tarihi metinlerde Ziggurat, Zigura ve Ziggurak gibi çeşitli yazılışlarla görülür. Zigguratların ilk olarak Sümerlerce inşa edildiği düşünesi yaygındır.



Mezapotamya halklarının en önemli faliyetleri tapınakları Tanrıya ithaf etmeleridir. Sadece Antropolojik değil, edebi içerikli kalıntılara dayanarak da Sümerler'den önce başlamak kaydıyla Mezapotamya düşünce tarzına aydınlık getiren tez şudur: Politik açıdan Sümerlerde şehir devleti sözkonusu idi ve her merkezin bir tanrısı olduğu gibi her tanrının da yeryüzünde kendini temsil eden bir hükümdarı vardı. Bu hükümdarın birinci görevi tanrının evini inşa ettirmekti. Çünkü böylece tanrı onlardan hoşnut kalacak bunun karşılığında da onların o bölgedeki yaşamlarını temin edecek suyu gönderecekti. İşte Orta Asya'dan gelen bu kavimler , yüksek dağları tanrı makamı kabul etmişlerdi ve dağlık olmayan Mezapotamya yöresine gelince bu şekilde yüksek, yapay bir tepe meydana getirerek onu tanrının makamı ve tapınak yeri olarak nitelendirmişlerdir.

Yapay bir tepe görünümündeki zigguratların yapımına ilşkin inançlar tartışmalıdır. Örneğin gökyüzüyle yeri ayıran Hava Tanrısı Enlil'in büyük bir dağ olduğuna ilişkin inanışın ziggurat biçimini belirlediği öne sürülmektedir. Çok yıkık olmalarına rağman mevcut kalıntı ve kabartmalar üzerinde çalışan bazı arkeologlarsa ova yerlilerinin dağda doğup doruklarda yaşadığına inandıkları tanrılar için bir "Tanrı Evi" inşa ederken dağa benzer bir yapıyı yeğlediklerini düşünmektedirler.
 
 

Ziggurat hakında ilginç bir bilgi de bu yapıların merkezleri Babil olmak üzere evrenin yedi rüzgarını temsil ettiklerine inanılmasıdır. Babillerde ziggurat, dünyanın merkeziydi. Evren onlar için yatay olarak bir merkezden yayılan dört bölüme, düşey olarak da üç düzeye ayrılıyordu; böylece hepbirlikte yedi oluyordu.

Ziggurat harabelerine günümüzde Mezapotamya'nın hemen her yerinde rastlanmaktadır. Ker***ten yapıldıkları için hava ve yağmurun etkisiyle çabuk yıkılmışlardır. Ancak bazılarında ilk birkaç kat korunmuştur. Esas şekilleri sadece kabartmalardaki resimlerden anlaşılabilmektedir.

Zigguratlar üstüne bilgilerimiz arkeolojik kazılara, Herodotos'un Babil'deki Baal tapınağının üzerine yazdığı yazılara,Strabon, Sicilyalı Diodoros gibi antik yazarlara ve Nuh torunları tarafından Babil kulesinin yapılışını anlatan Tekvin'e dayanmaktadır.

Zigguratta büyüklük ve özellikle yükseklik amaçlanmıştır.kat sayısı değişkendir;genellikle üç ya da dört, bazen yedidir. Katlar ve rampalar, ağaçlar ve bodur bitkilerle yeşillendirilmiştir.yapının planı genellikle 38x52 m. boyutlarında bir dikdörtgen ya da karedir. Yüksekliği ise 18- 30 m . arasında değişir. Zigguratlar eklemelerle büyütülüp yükseltilmiş, her yeni hükümdar kendi katını eklemiştir.

Giderek küçülen sekiz kuleden oluşan bu tapınak, çok muntazam dört köşeli bir kaide üzerine oturtulmuştu. Bu kulelere ya katlar arasındaki basamaklarla ya da çevresini dolaşan rampa ya da yokuşlarla çıkılmaktaydı. Orta katlardan birinde bulunan odada, yukrıya çıkanların dinlenmesi için oturacak yerler blunmaktaydı. En tepedeki kule büyük bir tapınak özelliğindeydi ve içinde bir yatakla altın bir masa vardı. Burası kutsal makamdı. Bu makam aynı zamanda bir ticaret ve kültür merkeziydi. Dinadamlarından başka, tüccarlar, zanaatkarlar ve yazıcılar da orada kendilerine ayrılmış yerlerde otururlardı.Burada tanrıya ait bir ya da birkaç oda bulunurdu.

"Yüksek tapınak" bölümünün dışında ziggurat, Mısır piramitlerinin tersine dolu gövdelidir. Kütlesi pişmemiş tuğla ve ker***ten, bir ya da birkaç dış duvar yüzeyi ise genellikle pişmiş topraktan yapılmış bazen sarı ve mavi sırlı tuğla kullanılmıştır.

Ziggurat ilk kez pişmiş tuğla kullanımının yaygınlaştığı Yeni Sümer döneminde ortaya çıkmıştır. Urnamu döneminden (M.Ö. 2112-2095) bu yana bilinen ziggurat yapısının doğrudan yeni bir dinsel düşüncenin ürünü mü, yoksa kutsal mekanı yükseltmek amacıyla zaman içinde üst üste inşa yoluyla oluşan bir strüktür mü olduğu da tartışmalıdır. Urnamu; Ur, Uruk, Eridu ve Aşağı Mezapotamya'daki birçok kentte zigguratlar inşa edilmiştir. Daha sonra da Mari, Babil'in yanı sıra Asur, Dur Sarrukin gibi Akad kentleri de bu tür yapılarla donatılmıştır. Elam'da Sus'da büyük bir olasılıkla bir ziggurat vardı; Çobangazi'de ise birinci katında tapınma mekanları ve odalar bulunan bir ziggurat kalıntısı (M.Ö. XIII. yy.) ortaya çıkarılmıştır.


Bu da dini bir geleneğin varlığını göstermektedir. Gerek Herodotos'un verdiği bilgilerden, gerek Uruk'daki Beyaz Tapınak ile Erudu ve Tell Uqair Tapınakları gibi yapılardan varılan sonuç, genellikle "yüksek tapınak" ın içinde bir oda bulunduğudur.bu odanın dar duvarında bir seki ortasında tuğladan bir adak masası yeralmaktaydı. Nimrud'daki iki tapınaktaysa uzun bir salonla iinde tanrı heykeli bulnan küçük bir oda ortaya çıkarılmıştır. Papakhu adı verilen bu bölüm, tapınağın girilmeyen en kutsal yeridir. Ayrıca bu tapınakların birinde, bu iki mekana ek olarak büyük bir salon ve önünde küçük bir hol yer almaktadır. Bu da "giriş-tören mekanı-kutsal mekan" üçlemesi sayılabilir.

Herodotos, M.Ö. 460'da doğuya yaptığı geziyi anlatırken, her biri ötekinden küçük olarak, üst üste yükselen sekiz tapınak gördüğünü yazar.yazarın babil'deki Baal tapınağı hakkında verdiği bilgiye göre, kenarları 370 m . olan bir kare kaide üzerinde, küçülerek yükselen katlar çok görkemliydi. Herodotos bunların en üstünde tapınağın yeraldığını yazmıştır. Ama böyle bir tapınağın izine, zigguratların hiçbirinin tüm yüksekliğiyle sağlam kalmamış olmasından dolayı rastlanmamıştır.

Tarihçi Ksenophan da "Onbinlerin Dönüşü" adlı eserinde 31,50 m . genişlikte ve 61 m . yükseklikte bir kule gördüğünü yazar.

Tevrat'ta Babil kulesi için şöyle der: "geldiniz ker*** keselim ve onları ateşte pişirelim dediler, kendimize tepesi semaya kadar bir kule bina edip nam kazanalım dediler." (I. Kitap, 11. bab, 3. ve 4. ayetler) İncil'de de adı geçen bu yapı Sümer, Babil ve Asur şehirlerinde yükselen pek çok ziggurattan yalnızca biriydi.

Mezapotamya'nın düzlüklerinde yükselen esrarlı tepeler, çoğu zaman yıkık bile olsa, kenarı dik, üstleri düz olduğundan öteden beri dikkat çekiyordu. Gezginler bu yapıları uzun uzun anlatıyorlardı. 1840'larda görevle Mısır'a atanan Paul-Emile Batta, bölgeyi dolaşırken garip tepeler görüyordu. Daha önce Kinneir, C.T. Rich ve Ainsworth gibi gezginler de bu tepelerden sözetmişlerdi. Böylece çağdaş arkeolojinin dikkatleri zigguratlara çekilmiş oluyordu.

Eski dünyanın harikalarından biri, Babilin Asma Bahçeleri olarak blinen yapı, teraslar halinde yükselen dev bir kuleydi. Bu düşünceden hareket eden R.K. Koldewey 1898'de babil'deki zigguratı kazmaya başladı. Böylece Tevrat ve İncil'de adı geçen kulenin büyük gövdesi ortaya çıktı. Güneşte kurutulmuş ker***lerle örülenyapı kitlesi sırlı tuğlalarla kaplanmıştı. Bir çevre duvarı içinde rahip sarayları,geniş ambarlar ve zigguratlar topluca yer alıyordu. Beyaz boyalı duvarlar, tunç kapılar, kemer ve tonozlarla birlikte birbirine bağlanan mekanlar sık sık tekrarlanan görüntülerdi. En alt katta başlayan rampalı merdivenler yapıyı her katta dolaşarak tepeye kadar tırmanıyordu. Her kat ayrı bir renge boyanmıştı.

1940-1941 'de yapılan Irak kazıları Ukayir'deki tepenin bir ziggurat olduğunu ortaya çıkardı. Ur'daki ziggurat ise Ur Nammu adlı kral tarafından yaptırılan görkemli bir kule olarak yükseliyordu (29) ve Mezapotamya'nın en iyi korunmuş zigguratıydı.(30) İkinci yapı kuzeydoğuya dönük, ölçüleri en alt platformda yaklaşık 60x40 m. kadardı. İlk katta merdiven kuzey köşeden doğu köşeye çıkıyordu. Dört yüzü geniş yüzeye gelecek güneş ve rüzgar etkisini azaltmak için nişlerle parçalanmıştır.

Zigguratların tanrılara inşa edildiği kesin gibidir. Ancak bu yorumu şüphe ile karşılayanlar da vardır. Kimi arkeologlara göre Mezapotamya düzlüklerinde yükselen bu hakim yapılar dağı sembolize etmektedir. Bir zigguratın düz ovada görünüşü gerçekten çok etkilidir. Çoğu kez kule tapınak denmesi de bundandır. Arkeolog Layard, Nimrud zigguratını kazdığı zaman buranın bir kral mezarı olduğunu ileri sürüyordu. Sümerlilere göre gökleri işaret eden yapı, merdivenlerle tırmanılan gökyüzüne çıkan bir yoldu.

Bazı arkeologlar ziggurat denilen bu basamaklı piramitlerin bir tapınak olmayıp yıldızları gözlemeye mahsus birer gözlemevi oduğunu, rahip veya müneccimlerce kullanıldığını ileri sürerler. Çok kişi de zigguratları Orta Amerika'nın Basamaklı piramitleriyle bağlantılı görmektedir.
 

 
 

 


 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder